menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Tam mutlu oldum derken yıktın bütün dünyamı

31 13
20.07.2024

Diğer

20 Temmuz 2024

Norveçli kâşif Erling Kagge, "Dünyanın üç kutbuna da yürüyerek ulaşan ilk kâşif" olarak tanınıyor.

Gerçi kartvizitinde avukat, sanat koleksiyoncusu, yazar, girişimci, politikacı, yayıncı gibi başka meslekler de yazılı ama insanlık tarihindeki önemi "Üç kutba da yürüyerek ulaşan ilk insan" olmasından kaynaklanıyor.

Hayır yanlış yazmadım, biz sıradan insanlar için dünyanın iki kutbu var; biri güneyde, diğeri kuzeyde. Ama bir de "En yüksek nokta" olarak Everest Zirvesi de var ki o da bir "Kutup" sayılıyor. "En derine" yürüyerek gitme olanağı olmadığı için bir dördüncü kutuptan söz eden kimse yok.

Kagge 15 yaşındayken bir kıza aşık olmuş, hepimizin başına geldiği gibi. Kız o sırada İsveç'in Strömstad kentinde, Kagge ise ailesiyle birlikte Stockholm'da yaşıyormuş. Bir sabah kızı görebilmek için bisikletine atlamış ve iki kent arasındaki 150 kilometrelik yolu yarım günde kat ederek kızın evine ulaşmış. Evin önünde bisikletinden inip kaslarını esnetirken içine bir kuşku düşmüş: Zile bassam mı, basmadan geri dönsem mi?

"Bir Kâşifin Felsefesi" isimli kitabında o anı şöyle anlatıyor:

"Kendime şaşırmıştım. Uğruna bisikletle yola düşüp buluşmaya karar verdiğimdeki kadar çekiciydi hâlâ ama nihayet hedefe ulaşmıştım, hevesim kaçmıştı. Aslında önemli olan şey yolu kat etmek diye düşündüğümden değil, bir sonraki aşamaya geçme cesaretim yoktu."

Kagge'nin anlattığı bu hikâyeyi okurken hiç şaşırmadığımı fark ettim.

Sizden saklayacak değilim, zaman zaman böyle durumlar benim de başıma geldi.

Ulaşmak için çabalayıp tam elimi uzatıp alabileceğim anda vazgeçtiğim onca şey gözümün önünde resmigeçit yaptı.

İtalyan yönetmen Giuseppe Tornatore'nin başyapıtı olarak bilinen, Oscar ve Cannes ödüllü filmi Cinema Paradiso, Sicilya'da küçük bir kasabada geçen bir öyküyü anlatır. Yanlış hatırlamıyorsam üç kere izledim.

Bir arkadaşının ölümü üzerine kasabaya geri dönen bir film yönetmeni olan Salvatore, kasabada çocukluk günlerini anımsar.

Kasabanın tek sinemasının makinisti Alfredo'nun, çocuk ve genç Salvatore'ye anlattıkları, çocuğun içindeki sinema aşkını büyütmüş ve sonunda yönetmen olmasına neden olmuştur.

Alfredo'nun genç Salvatore'ye anlattığı öykülerden biri şöyle:

Bir asker bir prensese fena halde abayı yakmıştır. Ancak onun konumundaki bir erkeğin, bir prensese ulaşabilme hayalini dahi kurabilmesi zordur ama prensesi de kafasından bir türlü silip atamaz.

Prensese içini açtığı günlerden birinde, prenses tek bir şartla onunla evleneceğini söyler: Yüz gün, yüz gece penceresinin önünden hiç ayrılmadan beklemesi gerekmektedir.

Aşktan gözü kararmış asker kabul eder, evin önünden ayrılmadan rüzgâra, yağmura, kara, soğuğa ve sıcağa dayanır. Üçüncü ayın sonunda artık ayakta durmakta bile çok zorlanmaktadır ama pes etmez.

99. gün hiç tereddüt etmeden çekip gider.

Sebebi evlilik korkusu mu?

Oysa hayatının aşkına kavuşması için bir tek güncük daha dayanması yeterli olacaktır ama bunu düşünmez bile.

Askerin 99 gün dayandıktan sonra çekip gitmesinin nedeni ne olabilir? Elini uzatsa kavuşabileceği şeyin önemini yitirmesi mi? Prensesin erişilmez bir hayal olmaktan çıkması mı? Belirsiz bir gelecek yerine........

© T24


Get it on Google Play