menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

İklim krizine dirençli tarımın yolu gıda egemenliğinden geçiyor

14 9
28.05.2025

Diğer

28 Mayıs 2025

Prof. Dr. Fikret Adaman, Dr. Duygu Avcı

Türkiye’de iklim değişikliği ve ekolojik krizler karşısında tarım sektörünün en kırılgan kesimini küçük çiftçiler ve mevsimlik tarım işçileri oluşturuyor. Yüksek verim hedefiyle pahalı girdilere bağımlı hale gelen, ancak ürününün fiyatını belirleyemeyen küçük çiftçilerin, iklim değişikliğinin etkilerine karşı önlem alacak ekonomik gücü yok. Mevsimlik tarım işçileri ise halihazırda düşük ücretlerle ve güvensiz koşullarda çalışırken, iklim değişikliği nedeniyle sıcak çarpması, susuzluk ve afetler gibi hayati risklerle de karşı karşıya kalıyor.

Bu kırılganlıkları azaltmak için yalnızca teknik çözümlere değil, sorunun yapısal nedenlerine odaklanan bütüncül politikalara ihtiyaç var. Bugünkü küresel tarım-gıda sistemi, büyük ulusötesi şirketlerin çıkarları doğrultusunda şekilleniyor. Oysa gıdayı üreten, işleyen, dağıtan ve tüketenleri merkeze alan; gıdayı temel bir vatandaşlık hakkı olarak gören farklı bir yaklaşım mümkün. Bu yaklaşımla daha adil ve iklim değişikliğine karşı daha dirençli bir gıda sistemi inşa edilebilir.

Çiftçiler, yüksek girdi fiyatları ve düşük satış fiyatları arasında sıkışmış durumda

Küçük çiftçilerin ve mevsimlik tarım işçilerinin, iklim değişikliği ve ekolojik sorunlar karşısındaki kırılganlığının temelinde, toprak, su ve tohum gibi kaynaklara erişimlerinin ve bu kaynaklar üzerindeki denetimlerinin sınırlı olması yatıyor.

Piyasa için üretim baskısı altında en yüksek verimi almaya çalışan küçük üreticiler, yoğun girdi kullanıyor. Ancak bu girdileri piyasadan temin ediyorlar ve fiyatları üzerinde hiçbir kontrolleri bulunmuyor. Benzer şekilde, ürünlerini satarken de fiyatı büyük ölçüde tüccarlar, doğrudan alım yapan süpermarketler ya da şirketler belirliyor.

Kuraklığa dayanıklı tohumlar ya da akıllı tarım teknolojileri gibi teknik çözümler, tek başına gıda krizine çare olamaz. Bu tür yaklaşımlar, krizin temelinde yatan yapısal sorunları göz ardı ediyor. Toprak, su ve tohum gibi üretim araçlarına erişimdeki eşitsizlikler; tarım şirketlerinin kontrolündeki piyasanın belirleyici rolü; endüstriyel tarım yapan çiftçilerin dış girdilere bağımlılığı gibi sorunlara eğilmeden, gıda krizine kalıcı çözümler üretmek mümkün değil.

Ayrıca bu tür teknik çözümler, çiftçileri hem dış girdilere hem de başkalarının ürettiği bilgiye daha bağımlı hale getirebilir. Bu teknolojilere erişimdeki eşitsizlikler, tarımdaki mevcut adaletsizlikleri daha da derinleştirebilir.

Elbette teknik müdahalelerin hiçbir rolü olmadığını söylemiyoruz. Ancak bu müdahaleler hem tek başına yeterli değildir, hem de toplumsal adalet açısından olumsuz sonuçlar doğurma ve eşitsizlikleri büyütme riski taşır. Bu nedenle teknik çözümler, ancak toplumsal ve ekolojik adaleti esas alan yapısal müdahalelerle birlikte hayata geçirilirse etkili olabilir.

Yüksek girdi fiyatları ve düşük satış fiyatları arasında sıkışan üreticiler, geçimlerini sağlamakta zorlanıyor. Bu nedenle, iklim değişikliğinin etkilerinden korunmak için önlem almak, örneğin sulama yatırımı yapmak gibi adımları atacak ekonomik imkana sahip olamıyorlar. Üstelik iklim koşullarına bağlı olarak üretimde bir azalma yaşanırsa, geçim şartları daha da ağırlaşıyor; kimi zaman üretime devam etmek bile mümkün olmuyor.

Mevsimlik tarım işçileri açısından ise durum çok daha ağır. Türkiye’de tarımsal üretimde emeğin büyük bölümünü mevsimlik işçiler oluşturuyor. Soframıza gelen neredeyse her gıda ürününde, özellikle meyve ve sebzede, onların emeği var demek abartı olmaz.

Ancak mevsimlik işçiler çok düşük ücretlerle, güvencesiz, sağlıksız ve tehlikeli koşullarda çalışıyor. Barınma ve yaşam koşulları son derece kötü; sosyal haklara erişimleri ise neredeyse yok.

İklim değişikliği, bu işçiler için sıcak çarpması, susuzluk, zararlılara bağlı hastalıklarda artış ve afetlerde can kaybı gibi hayati riskler taşıyor.........

© T24