menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

“Geleceğe Mektuplar” yazıldı ama cümleler yarım kaldı

32 17
monday

Diğer

T24 Haftalık Yazarı

04 Ağustos 2025

Çok başarılı olmuş, çok sevilmiş, alkış toplamış bir işin ardından ikincisini yapmak zordur. Hele ki konu herhangi bir formattaki bir hikâye anlatımıysa. Çünkü insanlar hikâyelerde kendilerini arar farkında olmadan. Yaşadıkları ya da yaşamaya özlem duydukları bir hikâye ile karşılaşınca da onu sahiplenirler. Bizim coğrafyada bu sahiplenme hali bir taraftarlık gibi vuku buluyor. Hikâyedeki karakterlere fazlasıyla bağlanıyor, yönetmeni, senaristi hikâyeyle ilgili her kim varsa yorumlarımızla boğuyoruz.

İkinci hikâyeyi yazmak cesaret ister. Hele ki ilk hikâyesini bile yazıp paylaşmaya cesaret edememiş biri için (bkz. bendeniz) ikinci hikâyeyi yazabilmek yürek işidir. Ama zaten Rânâ’nın her işi yürekten, her işi yürek işi. Ailesinin ve kendisinin gerçek hikâyesinden yola çıkarak yazdığı Kulüp ile Türkiye dizi tarihinin kült işlerinde ilk 10’a adını yazdıran Rânâ Denizer’den bahsediyorum. Onu Ranini olarak tanıyanların bildiği hayatı, anneannesi, babası, Maksim kulisinde geçen çocukluğu ve bunları anlatırken kurguyu geliştirmek için eklediği aşklar, entrikalar, detaylar ile bize çok özlediğimiz aile sofrasını kuran Rânâ, bir hikâye anlatma cambazı. Bir fikir, bir izlenim onun muzip ve haylaz aklına düştüyse şanslıdır. Artık gideceği çok uzun ve heyecanlı bir yolu vardır.

Geleceğe Mektuplar” da bu aklın ürünü olan bir hikâye işte. Yıllar önce düşmüş Rânâ’nın aklına. Nasıl olduğunu merak ediyorsanız bir süre önce Rast Dergi’de kendisi ile yaptığımız sohbeti buradan okuyabilirsiniz. (Okuyun çünkü hakkında öğrenecekleriniz uzun süre aklınızdan çkmayacak) Ama burada konumuz o hikâye fikrinin geldiği nokta. Hikâyecilik en büyük sanattır. Bu sanatı hangi şekilde hayata geçirdiğiniz mühim değil; ister resim ister yazı ister film olsun; önemli olan nasıl anlattığınızdır. İyi anlatılmamış bir hikâye varsın dünyanın en orijinal, en sürükleyici, en bambaşka fikri olsun izleyiciye geçmez. O yüzden aslında hikâye anlatımı bir ekip işidir. Sergideki bir resmin yerleşimi küratör tarafından doğru yapılmamışsa o eser gereken değeri her zaman bulamaz. Bir kitabın editörü iyi bir iş çıkartmamışsa okur çakıllı bir yolda gider gibi takılır sürekli. Bir film ya da dizide ise iş daha da zordur çünkü kocaman bir ekipten bahsederiz orada. Işık iyi olabilir ama görüntü yönetmeni sıkıntılıdır, oyuncular harikadır ama sanat yönetimi sığdır, kostümler mükemmeldir ama başrol oyuncusunun egosu ekranı kaplar… Ya da hikâye çok güzeldir ama o kadar yönetilememiştir ki yapım, hikâye de oyunculuklar da seyirciye geçmez, kopukluklar yüzünden izleyenin aklı karışır.

Geleceğe Mektuplar, bu son durumdan muzdarip bir dizi. Diziyle ilgili yapılan eleştirilerde dizinin bir “lise arkadaşlarının yeniden bir araya gelmesi dizisi” olduğu var. Bu nedenle başka yapımlarla kıyaslanıyor, bir başka “lise arkadaşlarının yeniden bir araya gelmesi dizisi” olması eleştiriliyor. Oysa sinema tarihinin en kült işleri hep aynı konuları farklı farklı anlatan işlerdir. Shakespeare’den beri yani 1500’lerden beri binlerce düşman ailelerin birbirine aşık çocukları, birbirine kavuşamayan sevgililer hikâyeleri........

© T24