menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Yeni CHP ve üç çelişki alanı

12 0
18.06.2024

Diğer

Konuk Yazar

18 Haziran 2024

CHP’de ansızın ‘değişim’ vurgusuyla başlatılan ve büyük bir seçim utkusu getiren hareket kendi içinde ayrıca ele alınmayı bekliyor. Bugüne kadar henüz değişimden neyin kast edildiğini kimse öğrenemedi. Tüm toplumlar tarihlerinin her döneminde o kavramın büyüleyici etkisi altında kalır ve değişim ister. Türkiye gibi 30 yıldır belli bir ideoloji ile yönetilen bir toplumda bu kavramın yankı bulmaması büsbütün olanaksızdır. Ama CHP’de telaffuz ve zikredilen, vurgulanan değişim, herkesin kendince içini doldurduğu, daha ideolojik unsurları tayin edilmemiş bir kavramsa da etkili olmayı sürdürüyor. Bu çerçeveyi CHP’deki politik liderlikle bütünleştirip birlikte düşünmek gerekir. Değişim, kitleleri peşine takacak bir kavramdır ama kimin öncülük ettiği en az o kadar önemlidir. CHP bakımından toplumu harekete geçiren unsur hamleyi Ekrem İmamoğlu’nun yapmasıdır. Onun rüzgârı olmasaydı ne parti içi değişim yaşanacaktı ne de seçim sonucu bu şekilde belirecekti.

Kişilerle kaim ve onların politik etkileme gücüyle somutlaşan kavramlaştırmalar kısa süre içinde söner. Sönmekle kalmaz, sahibi olan politikacıyı da eritir. Önemli olan, ‘Ak Günlere’ gibi bir deyişin Türkiye’de ne derecede etkili olduğunu hatırlamaktır. O politik çıkış çerçevesinde asıl vurgulanması gereken hem deyimi olgunlaştıran Bülent Ecevit’in etkisi hem de 1973 öncesi ve sonrasında CHP’nin (tarihindeki tek) dönüşümünü sağlayan kapsamlı ideoloji ve kitle çalışmalarıdır. O günlerin Ankara’sında Göreme Sokağı’nda bulunan CHP Planlama Bürosunun faaliyetleri parti için politika ve ideoloji üretiyordu. Ama CHP Planlama Bürosu 1957 dolaylarında işlemeye başlamıştı. Önce 1961 Anayasasının temeli olan İlk Hedefler Beyannamesini yayınlamış, ardından devam etmişti. Bülent Ecevit, tartışmasız bir entelektüel olarak o çalışmalara doğrudan katkı vermekle kalmıyor (partinin yayınladığı Özgür İnsan dergisindeki yazılarının okunması yeterli, o yazıların derlenmesi de zaruridir) üretilen politikayı kitlelerle, sivil toplum örgütleriyle, sendikalarla, öğrenci hareketiyle bütünleştirerek yapılan politikaya dönüştürüyordu. 1973’ün ve 1977’nin başarıları bu çerçevede oluşmuştur. Yani 20 yıla yaklaşan sistemli bir çalışmanın sonucu ve uzantısıydı.

Bugün CHP’nin ideolojik planda da lider düzeyinde de böyle bir somutlaşma/kristalizasyon berraklığı yok. İmamoğlu’nun partiyi sürüklediği açık ve kesindir. Öte yanda adı konsa da konmasa da parti yönetimi ikili bir yapı gösteriyor. Taraflar arasında derin, kalıcı ve sınırları belli, somut bir uzlaşmanın sağlandığı ve iş bölümünün yapıldığı söylenemez. Tersine, gergin, çatışmacı bir zeminde cereyan ediyor CHP pratiği. Bu tabloya git gide ufalansa bile Kılıçdaroğlu kırıntılarını eklemek gerekir.

İdeolojik plandaki durum daha beter. Retorik nitelendirmeler dışında CHP’nin nasıl bir parti olduğunu, kimin partisi olduğunu artık kimse bilmiyor. İçinde ters akıntıların kesiştiği ve sürekli türbülansların yaşandığı bir parti CHP. Yine de bir şey söylemek gerekirse bugünkü CHP’nin gerçek sol ve ‘sosyal demokrat’ bir parti olmadığı söylenebilir. Türkiye’de gerçek bir sol partinin üç temel dayanağı bulunduğunu defalarca yazmış birisi olarak yeniden belirteyim: Kürtler, Aleviler, sosyalistler. CHP bu kesimlerin hiçbiriyle bir uzlaşma sağlamadı. Onlar çeşitli nedenlerle CHP’ye teveccüh ettiler ama CHP o eğilimi henüz kabullenmedi.

Hayır, CHP bu sularda değil. Ama başka bir olgu var. Bugünkü Türkiye’nin ana ve öncelikli ihtiyacı demokrasidir. Gerçek bir demokrasiyi savunan ve o demokrasinin muhakemesini somutlaştıran bir partide diğer unsurlar gelip ona katılır. Hem demokrat olup hem de diyelim yukarıda andığım üç unsurun haklarını gözetmemek mümkün olamayacağı için güçlü bir demokrasinin merkezi olarak kendisini konumlandıran bir partinin toplumdaki mağdur ve madun unsurlarla bütünleşmesinin doğallığına değinelim. CHP’nin yapması gereken ilk iş tüm dünyada ağır kriz içinde bulunan demokrasiyi Türkiye için evrensel ilkeler temelinde yeniden ve çok kuvvetli şekilde tanımlamak ve oradan başlayarak ileriye doğru açılmaktır.

Böyle bir adım atılabilir mi? Demokrasi etrafında kurgulanacak bir politika modeli herkese ilk bakışta son derecede kolay hatta sıradan gibi görünürse de hayır, öyle değildir. Güçlü ve kapsamlı bir demokrasi tanımının yapılması ve daha önemlisi uygulanması son derecede zordur. Demokrasi görüldüğünden, sanıldığından çok daha zor bir olgudur. Politizasyonu ayrıca birçok düzenlemeyi gereksinir. Söz konusu güçlüklerin başlıca nedeni farklı çıkar çevrelerinin (interest groups) taleplerini uzlaştırmak, çoğunluğun azınlık haklarını gözeterek yönetimi sürdürmesini sağlamaktır. CHP ve Türkiye söz konusu olunca bu zorluk büsbütün büyür. Zorluğun önde gelen nedeni Türkiye’nin yüz yıllık cumhuriyetçi modernleşme tarihinde demokrasi üretmemesidir. Çok partili rejimin demokrasi sayıldığı bir ülkeden söz ediyoruz. 1908-1925 arasında onlarca partinin olduğu bir partide tümünün 1925’te siyasetten yasaklanmasından sonra 1946’da ‘demokrasiye geçildi’ diyor, onu bir zafer olarak kutluyoruz. Türkiye gerçek bir demokrasiyi üretmediği için asla çoğulcu bir toplum olmadı. Oysa, gerçek bir çoğulcu demokrasi arayışı beraberinde çoğulcu bir toplumu ve siyaseti de getirecektir.

Mevcut koşullarda CHP’nin değişim başlığı altında bir dönüşüm/yenileşme yaşayıp yaşamayacağı ciddi bir sorundur. O sorunun temelini CHP’nin bir siyasal parti olarak ideolojisini ve pozisyonunu hangi unsurların öncelikli olarak tayin ettiğini saptanamaması hazırlıyor. O unsurlar saptanamayınca CHP sürekli olarak arada kalan, iç çelişkilerinin birbiriyle çatışmasını yaşayan bir partiye dönüşüyor. Her zaman belirttim bir daha dile getireyim. Bugünkü CHP’nin ve tarih içindeki öncüllerinin sahne olduğu en ciddi mesele o partinin ilerici ve sola açılan kanatlarıyla onu bir devlet ve merkez partisi halinde tutmak isteyenler arasındaki zıtlaşmadır. Unutmayalım, son otuz yılda ‘Anadolu Solu’ gibi saçma kavramların yer aldığı ve her birinin ‘değişim’ olarak sunulduğu bir partiden söz ediyoruz. Üstelik bugün o partide ciddi çelişkiler ve kısıtlamalar yaşanıyor. Onları ele almak zamanının geldiği kanısındayım. Şimdi CHP’nin bugün karşı karşıya kaldığı üç büyük ve partinin karar vererek çözmesi gereken çelişkiyi ele alacağım.

Yenilenmiş CHP’nin ilk aşması gereken çelişki literatürde Böckenförde çelişkisi diye anılan ve liberalizmle cumhuriyetçilik arasında cereyan eden çapraşık ilişkidir. Alman düşünüre göre birbirinin zıttı gibi duran iki büyük siyasal akımın, liberalizmin ve cumhuriyetçiliğin ikisinin de birer iç çelişkisi vardır. Birey özgürlüğü, mülkiyet temeli ve piyasa dokunulmazlığı üstünde yükselen liberalizm (son zamanlarda daha çok üstünde düşündüğüm şekilde) git gide artan bir şiddetle düzenleyici mekanizmalara, bilhassa devlete ihtiyaç duyuyor.

Öte yanda yurttaşlık kavramına dayanan toplulukçu bir anlayışı benimseyen Cumhuriyetçilik mutlak bir siyasal güce karşı çıkar. Cumhuriyetçi ideoloji kralı, padişahı, sultanı devirir, yerine halk egemenliğini getirir. Ama bu defa Alexis de Tocqueville’den beri saptanan büyük tehlike, çoğunluk diktatoryası ortaya çıkar. Hatta merkezdeki hakim yurttaşlık tanımının diğer yurttaşları dışlaması görülür. Onu aşmak için öncelikle hukukun üstünlüğü kavramının ve siyasal iradeyi denetleyen kurumlarının (mesela Anayasa Mahkemesi) mevcudiyeti ve işlemesi gerekir. Ne var ki, o koşulda da bir zamanlar........

© T24


Get it on Google Play