Türkiye’de ‘kandırıkçı yazar’ olmanın akla ziyan halleri
Diğer
07 Aralık 2025
2025’in son ayının ‘sahte yazar’ operasyonlu ilk gününe, elimdeki Gelmekte Olan Kitap ile başladım. Önceki yıllarda Yazınsal Uzam (1993; çev. Sündüz Öztürk Kasar) kitabını okuduğum(uz) Maurice Blanchot’nun, Zeynep Turan çevirisiyle Ekim 2023’te yayımlanan bu kitabını geç okumanın ezikliğiyle eksik kalan bölümleri de okuyarak kitabı tamamladım 1 Aralık günü. 1953-58 arası yılların yazılarından oluşan hayli ‘sıkı’ ve ‘ağır’ bu kitap için değerlendirme yazısı yazmış olanlar varsa ‘aşk olsun size’ dedim içimden. Homeros ile açılan kitap, hayli çileli bir yolculuktan sonra Mallarme’ye gelip duruyor. Okuyanları bilir, önceki kitabın başlarındaki “Yazınsal Uzamın İncelenmesi” de “Mallarme’nin Deneyimi” idi. Ne iyi ki kitabın konusu kitaplardan bazılarını okumuşum vaktiyle kendimi biraz şanslı hissettim.
Edebiyatın felsefesini yapan Gelmekte Olan Kitap içindeki onca yazar/kitap adından seçtiklerimle bir liste yapmam gereksiz elbette lakin Homeros’un iki destanını okumamış olsaydım kitabın hemen başındaki “Sirenlerin Şarkısı” bana ne söyleyebilirdi, bilemiyorum. Okuduklarıma yeni okuyacaklarımı ekleyen kitabın, “Edebiyat Nereye Gidiyor?” sorusuna çetrefil karşılıklar gösteren dördüncü bölümünü -uzatılarak karmaşıklaştırılan bazı cümlelerine karşın- kendime biraz daha yakın bularak okudum diyebilirim. “Evet, şaşırtıcı bir soru, fakat en şaşırtıcı olanı şayet bir cevap varsa, bunun fazla basit olmasıdır: edebiyat kendisine doğru, yokoluş olan özüne doğru ilerler.” Cümle oldukça sade görünüyor ancak açılımı, göründüğü ölçüde yalın değil çünkü Hegel’in “Sanat bizim için geçmişte kalmıştır.” beyanına ulaşacak bir çabayı istiyor cümle. Pek çok cümlesini seçtiğim kitabın andığım bölümünden bir tutam söz aldım: “Tekniğin dünyasında, yazarları kiralamaya ve ressamları zengin etmeye devam edebiliriz, kitapları onurlandırabilir, kütüphaneleri zenginleştirebiliriz, sanata yararlı olduğu için bir yer ayırabilir, aksine, faydasız olduğundan onu kısıtlayabilir, ona boyun eğdirebilir ya da rahat bırakabiliriz. Sanatın lehine olan bu koşullar belki de akıbeti için en aleyhine olandır. Görünüşe göre sanat başına buyruk değilse bir hiçtir. Sanatçının her şeye rağmen meşru görülmediği bir dünyada var olmaktan duyduğu sıkıntının kaynağı budur.”
Okumakta geç kalmış olmamın ezikliğini üzerimden atınca bir hayıflanmadır başladı bende: bu tür kitap(lar) bizde niçin yok ve bizde bu kitapları kim/ler yazar acaba? Kendimi, kendim karşıladım. El cevap: bekleyelim, dedim. Açıkçası gözüm kesmedi ya ben, bu kitap için yazacak olsam söze nasıl başlardım diye bir vesvese de girdi içime. 1 Aralık Pazartesi günü sanal ortamda gezinirken bir edebiyat adresindeki kitap tanıtma yazısının başlığı “sirenlerin şarkısı” gibi heyecanlandırdı beni: “Ustalığını bağıra bağıra fısıldayan bir kitap”
1 Aralık 2025 Pazartesi gününü benim için şaşırtıcı yapan ‘sahte yazar’ haberiydi. Medyaya yansıyan haberlere göre Seyhan (Adana) ilçesinin emniyet yetkilileri, ‘sosyal medyada sahte kimlikle dinî duyguları istismar edecek paylaşımlar yapan’ bir kişiyi teknik operasyonla yakalamış. Sosyal medyada paylaşımlar yaptığı adla yedi kitap da yazmış olan şahıs, bu kitaplarını internet ortamında satıyormuş. Sahte ad üzerinden yola çıkan emniyet, yazdığı yedi kitabı internet yoluyla satan kişinin aslında ikisi cinayet, üç ayrı dosyadan kesinleşmiş otuz sekiz yıl yedi aylık hapis cezasıyla aranan şahıs olduğunu belirlemiş. Saklandığı villadan kaçarken yakalanan şahsın kaldığı villada yapılan aramada Euro, Sterlin ve Türk Lirası türünden paralarla uyuşturucu hap ile hassas terazi de bulunmuş. Yakalanan şahıs, emniyetteki işlemlerinin ardından sağlık kontrolünden geçirildikten sonra basın mensuplarına yaptığı açıklamada: “Ben utanılacak bir şey yapmadım. Utanacak olanlar başını eğer. Bana iftira atıyorlar. Hakikat yoluna girdiğimiz için böyle iftiralar olacaktır.” demiş.
Türkiye’nin ortalık yerinde yükte hafif, pahada oldukça ağır bir ‘sahtekârlık’ olduğu apaçık ortadadır. TDK’nin Türkçe Sözlük (2005) kitabında “sahteci” sözcüğünün karşısına “sahtekâr” yazılmış. Aynı kitapta, “sahtecilik” sözcüğü ise “sahte işler yapma, düzmecilik, sahtekârlık” olarak tanımlanırken “sahtekâr” da “sahte işler yapan, düzmeci, sahteci” olarak tanımlanmış. Farsça kökenli sözcüğü, Türkçeleştirelim istemişiz o kadar yoksa iş, aynı iş. Dikkat ettiyseniz yakın yıllarda çoklukla “sahtecilik” sözcüğü tercih ediliyor. TDK’nin kitabında olmayan ve “yapma tavırlar takınan, kendini satmaya çalışan” anlamına gelen “sahte-vekâr” sözcüğü var ki habere konu ‘düzmece yazar’ için bu sözcük uygun düşer gibi geliyor bana. Haberi görünce ‘ortada düzmece bir yazar mı var’ yoksa ‘bir yazar sahtekârlık mı yaptı’ sorularını sordum kendime ya pek de cevap bulamadım. İki soru var ki cevapları müşkül: Sahtekârlığın tarihi ne zaman başlar ve bir de sahtesi olmayan ne var?
Günlük yaşamımızda ‘gerçek’ ile ‘sahte’ öylesine iç içe ki fecir vaktinin belirsizliği........





















Toi Staff
Sabine Sterk
Penny S. Tee
Gideon Levy
Waka Ikeda
Grant Arthur Gochin
Rachel Marsden