Bir New York hikâyesi: Eşitsizlikten adalete Mamdani’nin şehri
Diğer
05 Kasım 2025
Zohran Mamdani
Sonbahar 2000. Columbia Üniversitesi’nde öğrenciydim. New York o dönemde küreselleşmenin parlayan vitriniydi. Times Square’deki dev ekranlarda “internet çağının” reklamları dönüyordu. Wall Street her gün yeni bir rekor kırıyordu. Soho’da ardı ardına galeriler açılıyor, sanat piyasası teknoloji hisseleriyle birlikte şişiyordu. Kent, paranın, imajın ve iyimserliğin birbirine karıştığı dev bir gösteri sahnesi gibiydi.
Clinton yönetimindeki Amerika, Soğuk Savaş sonrası tek kutuplu dünyanın doğal lideri olduğuna inanıyordu. “Amerikan yüzyılı geri döndü” manşetleri yalnızca ekonomik bir özgüveni değil, ahlaki bir üstünlük iddiasını da taşıyordu. Demokrasi ihracı, serbest piyasa ve insan hakları dili aynı paketin içinde sunuluyordu.
New York liberal dünyanın hem merkezi hem de simgesiydi.
Aynı günlerde, dünyanın bir başka köşesinde yeni bir dönem başlayacaktı. 1993’te Beyaz Saray bahçesinde Yaser Arafat ile İzak Rabin’in el sıkışması ile başlayan Oslo süreci, yeni dünya düzeninin simgesiydi. ABD Başkanı Bill Clinton, bu görüntüyü Soğuk Savaş sonrası liberal düzenin zaferi olarak sunmuştu. İsrail, Filistin Kurtuluş Örgütü’nü (FKÖ) meşru muhatap olarak tanımış, Filistin tarafı da İsrail’in var olma hakkını kabul etmişti.
28 Eylül 2000’de Ariel Şaron’un yüzlerce İsrail polisi eşliğinde Mescid-i Aksa’ya girişi ile Oslo sürecinin fiilen sonu oldu. Gazze ve Batı Şeria’da Filistinliler taşlarla tankların önüne çıktı. Televizyon ekranlarında toz, gaz ve çığlık sesleri dönerken, dünyanın en güçlü ülkesi kendi kurduğu barış modelinin çöküşünü izliyordu.
Bu çöküş yalnızca Orta Doğu’nun değil, Amerika’nın da meselesine dönüşecekti. Filistin artık uzak bir coğrafya değildi; Amerika’daki siyasal, kültürel ve ahlaki bölünmelerin aynasıydı.Üniversite kampüslerinde hızlı bir dayanışma doğdu. Öğrenciler broşürler dağıtıyor, duvarlara “İşgali Durdurun” pankartları asıyordu. Students for Justice in Palestine (Filistin’de Adalet İçin Öğrenciler) birkaç yıl içinde Amerika’daki yeni politik kuşağın en önemli örgütlü hareketlerinden biri oldu. 11 Eylül’den hemen önce, liberal düzenin sınırları Filistin meselesi üzerinden tartışılmaya başlanmıştı.
Aynı günlerde Columbia Üniversitesi’nin en tanınan akademisyenlerinden, Oryantalizm kitabının yazarı Filistinli-Amerikalı düşünür Edward Said’in Lübnan sınırında taş atarken çekilen bir fotoğrafı yayımlandı. Üniversite yönetimi Said’i savundu, ancak kampüs ikiye bölündü. Kimileri bu fotoğrafı bir cesaret ve direniş sembolü olarak gördü. Kimileri ise akademinin “tarafsızlığının” sonu.
Aslında bu dönem yalnızca akademik bir tartışma değil, yeni bir politik dilin doğuşuydu. “Said sonrası kuşak” diyebileceğimiz Zohran Mamdani’nin babası Mahmood Mamdani’nin de aralarında bulunduğu bir grup akademisyen ve öğrenci, “post-kolonyal teori”yi soyut bir eleştiri alanından çıkarıp politik bir söyleme dönüştürüyordu. Bu yeni dil iki şeyi aynı anda yapıyordu. Birincisi, “medeniyetler çatışması” tezine karşı adalet, tarihsel sorumluluk ve eşit temsil temelinde yeni bir evrensellik tanımı öneriyordu. İkincisi, Batı’nın dünyaya kendi merkezinden bakarken kendine bakmaktan kaçınan entelektüel çerçevesini........





















Toi Staff
Penny S. Tee
Sabine Sterk
Gideon Levy
John Nosta
Mark Travers Ph.d
Gilles Touboul
Daniel Orenstein