“Ölü Kızlar”: Edebiyat ile gazetecilik arasında suç, hakikat ve kurmaca
Diğer
05 Ekim 2025
Geçen ay Netflix Türkiye kataloğuna eklenen Ölü Kızlar (Las Muertas), Meksikalı yazar Jorge Ibargüengoitia’nın aynı adlı romanından 6 bölümlük bir mini diziye uyarlanan güçlü bir suç hikâyesi.
Dizi, Ibargüengoitia’nın1977’te yayımlanan ve gerçek olaylara dayanan romanına son derece sadık bir biçimde ilerliyor. Sadece olayların akışı değil, yazarın üslubu açısından da sadık bir uyarlama, Ölü Kızlar. Suç, yozlaşma, kadına yönelik şiddet ve yoksulluk gibi ağır konular, romanda olduğu gibi dizide de kara mizah ve hiciv öğeleri aracılığıyla kurgulanıyor.
Latin Amerika’da tam da büyülü gerçekçilik akımının popüler olduğu bir dönemde yayımlanan roman, sert dili ve polis tutanağı biçiminde yazılmış özgün tarzıyla dikkat çekiyor. Roberto Bolaño gibi yazarlara ilham veren ve Latin Amerika’da farklı bir edebi geleneğin gelişmesine katkıda bulunan bu eser, dizinin Netflix’te vizyona girmesinden kısa bir süre önce Jaguar Kitap’ın edisyonu ve Elif Kaya’nın çevirisiyle Türkiyeli okurlarla buluştu.
Romana ve diziye konu olan olaylar, 1945-1964 yılları arasında Meksika’da geçiyor. “Las Poquianchis” lakabıyla bilinen dört kız kardeşin merkezinde olduğu fuhuş, insan kaçakçılığı ve seri cinayetler ağının ortaya çıkması Meksika kamuoyuna bomba gibi düşüyor.
Bu sansasyonel vaka, kısa sürede ülkedeki gazetecilik anlayışını da değiştiriyor. Medyada sıklıkla kullanılan “If it bleeds, it leads” yani “Kanlı haber manşete çıkar” anlayışı, bu olayla birlikte iyice yerleşiyor. Duruşmaları takip eden gazeteciler, reyting ve tiraj kaygısıyla olayın vahşetini artıran abartılı ifadeler kullanıyorlar. Neyin ne kadar gerçek olduğu, bu zihin bulanıklığı içinde anlaşılmaz hale geliyor.
Daha da vahim olan şu ki ortaya çıkan fuhuş-insan kaçakçılığı-kadın cinayetleri ağı, birçok devlet görevlisi ve ordu mensubunu da içeren çok derin bir toplumsal yozlaşmayı açığa çıkarsa da olay sadece dört cani kız kardeşin işiymiş gibi yansıtılıyor. Bu dört kardeşe verilecek en yüksek ceza, olaylara göz yuman, yardım ve yataklık eden herkesin paçasından akan pisliği temizlemeye yetecekmiş gibi.
İşte bu noktada edebiyatın gücünü görüyoruz. Meksikalı yazar Jorge Ibargüengoitia, 1970’li yıllarda “Las Poquianchis” lakabıyla bilinen González Valenzuela kardeşlerin (Delfina, María del Carmen, María Luisa ve María de Jesús’un) gerçek hikâyesinin peşine düşüyor. Edebi kariyerine tiyatro oyunları yazarak başlayan, sonrasında çeşitli dergi ve gazetelerde köşe yazıları da yazan Ibargüengoitia, sansasyonel manşetlerin arkasındaki gerçeği anlamaya çalışıyor.
Ibargüengoitia, öncelikle “Las Poquianchis” davasına dair orijinal basın haberlerine, mahkeme kayıtlarına ve resmi dosyalara başvuruyor. Bir araştırmacı gazeteci titizliğiyle hareket eden Ibargüengoitia, basında yer alan haberlerin sansasyonel ve abartılı biçimde verildiğini ve olaylarla ilgili önemli detayların anlatılmadığını tespit ediyor.
Ibargüengoitia’nın özgünlüğü, basının sansasyonel dilini ironiyle altüst eden bir yaklaşım geliştirmesinden ve hakikati kurmacanın içine ustaca yerleştirmesinden kaynaklanıyor. Suçluları teşhir etmenin ve kurbanlara acımanın ötesinde suçun bizzat kendisini masaya yatırıyor, Ibargüengoitia. Ve romanına şu satırlarla başlıyor:
“Burada anlatılan olayların bir kısmı gerçektir. Bütün kişiler hayal ürünüdür.”
Romanda fuhuş çetesini dört kız kardeş yerine iki kız kardeş yönetiyor. Kardeşlerin soyadı “González Valenzuela” iken kitapta “Baladro” olarak değiştirilmiş. Bazı mekân adları ve........





















Toi Staff
Gideon Levy
Tarik Cyril Amar
Stefano Lusa
Mort Laitner
Sabine Sterk
Robert Sarner
Andrew Silow-Carroll
Constantin Von Hoffmeister
Ellen Ginsberg Simon
Mark Travers Ph.d