menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Damızlık Kızın Öyküsü

30 5
06.07.2025

Diğer

T24 Haftalık Yazarı

06 Temmuz 2025

“Hem meteor hem dinazor olmamayı becerebilmek”

Matt Haig

Zaman ve mekan, Margaret Atwood’un Damızlık Kızın Öyküsü kitabını hiç duymamış, hiç okumamışlarla, bu kitabı okumuş ve duyumsamışlar arasındaki bir yerden yırtıldı adeta.

Margaret Atwood 1980lerde bu romanı yazdığında yarım yüzyıl sonra tüm yerküreyi kaplayacak bir distopyanın senaryosunu yazdığını biliyor ya da seziyor muydu?

Bir röportajında “yazmak karanlıklara dalmaktır” diyor.

Ben bu kitabı okuduğumda otuzlu yaşlarımda ve tek çocuğuma gebeydim ve nedense kendimi alabildiğine özgür zannediyordum.

Bu romanın izleği olan distopyanın, Afganistan, İran gibi İslami Rejimlerdeki kadınları imlediğini , kitapta geçen batı ülkesinin Orta Çağın izdüşümü olduğunu düşünmüştüm o vakit.

Muhtemelen algılarımı, yaşadığım ülkenin dört bir yanında zaten yaşanmakta olan bu trajediye kapatmıştım.

Ama kitap bende derin iz bırakmış ve ürpertmişti.

Bir romanın sizi böyle etkilemesi, yaşanılmış ya da yaşamak ihtimali olduğunu sezdiğiniz acılara, sızılara değmesindendir.

Sonra, orta yaş krizime de denk düşen zamanda ki krizler algıyı ve kavrayışı artırır, bu kez de romanın dizisini izledim.

Diziyi seyretmek kitabı okumaktan daha sarsıcıydı ya da ben benliğimin farklı evresinde olduğum için daha çok sarsıldım.

Bu kez yazarın, toplumda ikinci cinsiyete kıstırılmış kadınların bedenlerinden türlü biçimlerde koparılışlarının benliklerinde yol açtığı yarılmalara yaptığı tüm göndermeleri kavramıştım.

Kendim dahil, annem ve ninemin yüreklerine bastıkları, dile vurmadıkları ne varsa tüm özgürlüklerin yaşamlarımızda karşılaşacağımız iyi adamlara bağlı olduğunu, ama şans eseri iyi adamlarla yoldaşlık yapsak dahi zihinlerimizin birbirine akıp ördüğü, ince ince birbirimizin bilincine nakşettiğimiz o duvarların bizi bedenlerimize, arzularımıza nasıl yabancılaştırdığını acıyla duyumsadım.

Romanda, totaliter, teokratik bir toplumda, kadınlar esir alınıyor, seçilmiş bir azınlıktan adamlar ile zorla çiftleştiriliyorlardı.

Kadınlar, ait oldukları adamların adıyla anılıyor, bedenleri çocuk doğurma makinesi gibi kullanılıyordu...

Mesela , romanın ana kahramanının adı olan Offred, Fred’inki demekti.

Çiftleştirilen kadınlar uzun, bol, kırmızı elbiseler giyiyor, çiftleşme sırasında kıpırdamasınlar diye kadınların başlarını tutan komutanların kısır eşleri ise turkuaz giyiyordu.

Romandaki renklerin gizli anlamları üzerine yazılan yorumlarda kırmızı ve adet kanı, turkuaz ve itaat analojilerine not düşülmüştür.

Çiftleşme sırasında komutanlar üniformalarını, kadınlar giysilerini çıkarmıyor, öpüşmeleri ve göz göze gelmeleri de yasak ve aslında bu pek çok evlilik içi çiftleşme gibi demek abartı olmaz sanırım.

Kendisi de........

© T24