menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Gastronominin altın çağı mı? Ne alaka kardeşim!

31 19
11.10.2025

Diğer

T24 Haftalık Yazarı

11 Ekim 2025

1900’lerin başında Michelin adında iki kardeşin otomobil lastiği satmak için çıkardığı küçük kırmızı kitapçığın bugün hâlâ bu kadar büyük bir anlam taşıyacağını kim bilebilirdi? Michelin Rehberi’nin hikâyesi aslında tamamen ticari bir fikirden doğmuştu: İnsanlar ne kadar çok araba kullanırsa, o kadar lastik aşınırdı; o yüzden onları yola çıkmaya, gezmeye, konaklamaya teşvik etmek gerekiyordu. 1900’de André ve Édouard Michelin, içinde harita, tamirci adresleri, konaklama yerleri ve lokantaların bulunduğu ilk “Michelin Guide”ını yayımladılar. Lastik bayilerine ‘rotanızı değiştirecek kadar güzel lezzetler’ mantığı ile dağıttıkları bu rehberdeki “yıldız” kavramı ilk kez 1926’da ortaya çıktı, 1930’larda sistem üç yıldıza genişledi ve geri dönüşü olmayan bir ikon doğdu. Bir yıldız, yol üstündeki güzel ve lezzetli restoranlara, iki yıldız yolunu değiştirmeye değer restoranlara, üç yıldız da o lezzeti tatmak için yola çıkmaya değer restoranlara veriliyordu.

Yani aslında Michelin’in hikâyesi, kapitalizmin “tüketici rehberi” olarak başladı; ama 20. yüzyılın ortalarında gastronominin kutsal kitabına dönüştü. Bugün bir restorana verilen o küçük yıldız, sadece bir lezzet göstergesi değil; milyonlarca Euro’luk bir ekonomiyi, yüzlerce çalışanın kaderini belirliyor.

Ancak 21. yüzyılın ikinci çeyreğine yaklaşırken artık sahneye yeni törenler çıktı: Sadece otellere verilen yeni Michelin Key ödülleri, “The World’s 50 Best Restaurants”, Milano’da yapılan The Best Chef Awards, İstanbul’daki Gastromasa konferansları. Hepsi aynı haftalarda, aynı kıtada. Kimi yemekleri, kimi şefleri, kimi fikirleri ödüllendiriyor. Ama ortak bir yönleri var: Hepsi, gastronomiyi sadece mutfaktan ibaret görmüyor, bir endüstri, bir fikir pazarı olarak kurguluyor.

8 Ekim’de Paris’te ilk kez küresel ölçekte açıklanan Michelin Key ödülleri, rehberin tarihindeki en büyük yeniliklerden biri sayılıyor. Bu kez konu tabaktaki yemek değil, konaklamanın kendisi: otelin mimarisi, tasarımı, hizmet kalitesi, karakteri, hatta bulunduğu bölgeyle kurduğu bağ değerlendiriliyor. Müfettişler tıpkı restoranlarda olduğu gibi gizlice konaklayarak inceleme yapıyor. Üç seviyeli bu sistemde bir “Key” yani anahtar özel bir deneyimi, iki anahtar olağanüstü hizmeti, üç anahtar ise benzersiz, unutulmaz bir konaklamayı temsil ediyor. Böylece Michelin’in “seyahati teşvik etme” fikrine, bir de konaklama olarak dönülüyor. Yıldızlar sofrayı, anahtarlar ise kapıyı temsil ediyor.

Bu hafta aynı zamanda Milano’da The Best Chef Awards 2025 gerçekleşti. Birkaç yıl öncesine kadar adı sanı az bilinen bu organizasyon, bugün neredeyse Michelin kadar konuşuluyor. Farkı şu: Michelin restoranı değerlendirir, Best Chef ise şefi merkeze alır. Yani tabak değil, tabaktaki akıl ödüllendirilir. Bu yıl sahneye çıkanlar arasında Rasmus Munk (Kopenhag’daki Alchemist, üst üste ikinci kez “dünyanın en iyi şefi” seçildi), Ana Roš (Slovenya’daki Hiša Franko) ve Hint kökenli Himanshu Saini (Dubai’deki Trèsind Studio) vardı. İlk üçe bakınca bile artık mutfak coğrafyasının ulusal sınır tanımadığını, “yerelliğin” küreselleştiğini görmek mümkün.

Yine de Milano’daki ödül töreninin perde arkasında bazı ironiler gizli. Best Chef Awards, bir İtalyan töreni değil ama Milano’da yapılıyor. İtalyan şeflerin adının listelerde biraz fazla görünmesi tesadüf mü, bilinmez.

Kurucularından biri, gastronomiyle ilgilenen ama tam özgeçmişi açıklanmayan Cristian Gadau. Diğeri ise, ironik biçimde, Polonyalı bir........

© T24