Trump’ın Altın Çağı (3): "Özgürlük servet yaratır, servet özgürlük yıkar"
Diğer
26 Nisan 2025
ABD Başkanı Donald Trump
Haklı veya hak sahibi olmanın hiçbir öneminin olmadığı bir toplum bu. Güçlüler, yakınları ve güce irtibatı olanlar her türlü dokunulmazlığın keyfini yaşıyor. Zulümlerini, yolsuzluklarını, suçlarını ve sömürülerini kolayca görünmez hale getirebiliyorlar.
Ne pahasına olursa olsun büyümek herkesin tek amacı. Utanma duygusundan arınmış pervasız bir sahtekarlık toplumun karakteri haline gelmiş. Nasıl göründüğün, neyi dillendirdiğin nasıl bir insan olduğundan ve ne yaptığından çok daha önemli.
Farklı sosyal gruplara, komşularının acılarına umarsız bu toplum, toplumun genel akıbeti hakkında umursamaz insanların yönetim dahil her şeyin sahibi olmasıyla lanetlenmiş.
F. Scott Fitzgerald’ın, önceki hafta 100 yaşına giren Muhteşem Gatsby romanının arka fonunda da tanık olabileceğimiz 1920’ler Amerika'sı bu.
Muhteşem Gatsby hakkında en yetkin isimlerden biri olan Amerikan edebiyatı profesörü Sarah Churchwell’ den öğreniyoruz ki, Fitzgerald 1924 yazında bu romanı yazarken, bir yandan da yoğun şekilde Oswald Spengler’ın “Batı’nın Çöküşü” kitabını okumakla meşgulmüş.
Spengler, herkesin her durumda sadece şahsi kazancının hesabını yaptığı ve diğer herkesi de kendisi gibi güvenilmez gördüğü sinik toplumların, kifayetsiz muhterislere hiç olmadığı kadar yükselme olanağı yaratan bir toplum olacağını açıklıyor. Fitzgerald, Spengler’in ‘çöküş toplumunu’, romanında değil ama başka bir yerde, “dünyayı gücü yetenin hakkı bir ganimet olarak gören mafyatik çetelerin yönetimindeki toplum” şeklinde tanımlıyor.
100 bini aşkın askerin öldüğü Birinci Dünya Savaşı ve bir milyona yakın Amerikalıyı öldüren İspanyol Gribi virüs salgınının sona ermesi, aynı anda hem bütün toplumsal paranoyaları hem de hedonist dürtüleri tetiklemesiyle, 1920’lere girilirken Amerikan toplumsal zihniyle son 20 yılın ilerici reformları ve etik kültürü arasındaki makası yeniden açacaktı. Milyarderler ve ırkçı muhafazakârlar için ‘Gilded Age'in mafyatik düzenine yeniden dönme olanağı veren bir iklim oluşacaktı.
Şirketler her türlü regülasyon, denetimden, vergiden kurtarılarak vahşi bir özgürlüğe salındı. Şirketlere, zenginlere, erkeklere tanınan sınırsız özgürlük, beyaz olmayanlara, işçilere, kadınlara, gazetecilere fazla görülüyordu. Örneğin şirketlere gelince ‘bırakınız yapsınlar’, ‘devlet özel işlere karışamaz’ özgürlükçüleri, alkollü içkileri dini retorikler taşıyan heybetli hitaplarla, gösterişli kanunlarla yasaklamış. Bir kadının ne giyeceği o kadın dışında herkesin derdi oluyordu. Bazı kadınların o güne kadar olduğu gibi yere değen etek yerine ayakkabılarını gösteren etekler giymeye başlaması, bazı zihinlerde Nuh Tufanına götürecek felaket fırtınası koparıyordu. Ücra bir eyalette siyah bir adamla beyaz bir kadının birbirlerini sevip evlenmeye karar vermesi ülkenin beka sorunu olabiliyordu.
Öte yandan Gilded Age'in ırkçı düzeninde bile yerel bir terörist organizasyonu olmaktan öteye geçmeyen Ku Klux Klan görkemli bir geri dönüş yaşıyordu. 1920’lerde üye sayısı milyonlara ulaşacak ve eylem alanı Maine’den Oregon’a bütün Amerika’ya yayılacaktı.
Göçmenlere karşı yeniden yükselen histeri, 1925’te ABD’nin kapılarını Avrupalı olmayan herkese 40 yıl boyunca kapatacak göçmenlik yasasının çıkmasına neden olacak.
Sendikalar ise, sonradan ‘Red Scare' (Kızıl Paniği) diye anılacak ve her yerde komünist ajanı arayan kampanyanın ana hedefi olacaktılar. Sendikaların, terakki döneminde kazandığı birçok hak ve yetki peyderpey tırpanlanacaktı. İşçilerin her türlü ücret, iş güvenliği ve hak talebi, komünizm propagandası veya anarşizm görülerek şiddetle bastırılıyordu.
Bütün bu sömürü, muhafazakâr ve ırkçı reaksiyon, ilerlemeye inanan Amerikan zihnine ‘dejavu’ yaşatacaktı. Mark Twain’in 1973’te yayınladıktan sonra unutulmuş Gilded Age adlı romanının 1920’lerde yeniden keşfedilmesi ve ‘dejavu’nun kaynağı olan 19. Yüzyılın son çeyreği için “Gilded Age” nitelemesinin dönem adı olarak ilk kez kullanılmaya başlanması bundan dolayıydı.
Mark Twain, orijinal Gilded Age'in hakikat tellalıysa, Fitzgerald da Amerikan literatüründe Gilded Age’in artçı dönemi gibi olan ve yine Fitzgerald’ın taktığı isimle ‘Caz Dönemi’ diye anılacak 1920’lerin tellalı olarak görülüyor.
Fitzgerald’ın 10 Nisan 1925 günü satışa sunulan Muhteşem Gatsby romanı da Twain’in Gilded Age romanı gibi ilk yılında hiç ilgi görmeyip onlarca yıl boyunca unutulacaktı. Fitzgerald, romanın hak ettiği ilgiyi görmesine tanık olamadan 1940’ta ölecekti.
İkinci Dünya Savaşı sonrasında bu romanın, 1920’ler Amerika’sını yansıtma gücü yeniden keşfedildiğinde Muhteşem Gatsby okul müfredatlarında kütüphanelerde Amerikan klasikleri arasına yerleşecek ve filmlere konu olacaktı.
Fitzgerald, Muhteşem Gatsby romanında, Trump’ı değil ama nasıl bir toplumsal kültürün Trump türü birini başkan seçebileceğini öngörüyor.
Aslında bu erken öngörüsünde yalnız değildi. Dönemin ‘Baltimore Bilgesi’ lakaplı efsane gazetecisi, kültür ve toplum eleştirmeni Henry L. Mencken, 26 Temmuz 1920 günü Baltimore Sun gazetesinde, şu kehanette bulunacaktı:
“Demokrasi kemaline erdikçe, başkanlık makamı da halkın ruhundaki gerçeği daha fazla yansıtır hale gelecek. Büyük Platonun (İç Amerika Bölgesi-CT) yığınları en iptidai arzularının hayata geçeceği o şanlı güne nihayet kavuşacak; Beyaz Saray tastamam bir moronla taçlanacak.”
Mencken’i de devrin bütün aklı başındaki insanları gibi dehşete düşüren, 1920 seçimindeki her iki başkan adayının da olağanüstü kifayetsizliğiydi. Kifayetsiz muhterislere özgü şekilde, avamın üniversitelere, okumuşlara, hak ve hukuk hareketlerine, aktivistlere, entelektüellere içgüdüsel düşmanlığına yüksek sesle tercüman olan Warren Harding seçimi kazanacaktı.
Ülke yönetiminin nihayet elitlerden kurtarılarak yeniden milletin eline geçtiğini iddia eden Harding’in yemin töreninde etrafında, her zamanki gibi milletin temsilcileri olan milletvekilleri ve senatörler değil, ülkenin en zengin adamları oturuyordu. Bu zenginler, entelektüel kapasitesi son derece kısıtlı Harding’in içi boş sloganlardan oluşan vasat konuşmasını çocukça bir coşkuyla alkışlıyorlardı.
Birinci Gilded Age’in harami baronlarının ve düzeninin sembol ismi J.P. Morgan’dı. Gilded Age'in artçı döneminin sembol ismini, çiçeği burnunda Başkan Warren Harding yemin töreni konuşmasında ABD’ye takdim ediyordu: Yeni Hazine Bakanı Andrew Mellon.
ABD’nin o günlerde en zenginlerinden biri olmasına rağmen, hayatı boyunca hep gölgede kalma tercihinden dolayı kamuoyunda tanınmıyordu. Mellon, ABD yönetiminde Başkan Harding’ten bile daha etkili olacak ve bütün 1920’lere damgasını vuracaktı.
Başkan Harding, Mellon’u Hazine Bakanı olmak için seçtiğinde, “o kadar zengin ki kimse onu rüşvetle satın alamaz” diye gerekçelendirmişti. Bu, rüşvetin iki yönlü trafiği olan bir suç olduğu gerçeğini örten çocuksu bir iddiaydı tabii ki...
Rüşvet suçunu sadece rüşvet alacak kadar muhtaç olmak doğurmaz, başkan da dahil herkese rüşvet dağıtabilecek kadar zengin olmak da doğurabilir. Nitekim Mellon, Harding’in kampanyasına o dönem için astronomik rakamlarda para bağışlayarak başkanlığı kazanmasını sağlamış yani rüşvetle ABD yönetiminin pilotluğunu almıştı.
Mellon, bankacı olarak bilinse de iş yapmadığı sektör yoktu. Bazılarında ise dünyanın en büyüğüydü. Örneğin sadece ABD’nin değil dünyanın bütün alüminyum üretimini tekelinde tutan Alcoa onundu. Başta çağın yeni yükselen sektörü olan havacılık olmak üzere alüminyuma ihtiyacı büyük bütün sektörlere de hükmediyordu böylece.
Peki böylesine zengin bir adam niye günlerini politikada geçirmeye karar vermişti?
“Golyat: Tekelci Güç ve Demokrasinin 100 Yıllık Savaşı” kitabının yazarı Matt Stoller’a göre Mellon, “Sadece aşırı zengin bir insan olmaktan sıkılmıştı”. Mellon’un, sıkıcı süper zengin hayatında, kendisine insanlığın kaderine liderlik yaptığı duygusu verecek bir değişime ihtiyacı vardı.
Harding Yönetimi, işe Mellon’un fabrikalarının ürettiği malların değerini ve pazar hakimiyetini pekiştirecek gümrük vergilerini yükseltmekle başladı. 1913’te çıkarılan yasadan geri adım atılarak şirketlerden alınan vergiler yok denecek seviyeye indi. Dahası son 20 yılda tekelleşmenin önüne konan bütün bariyerler yeniden kaldırıldı. Başta finans dünyası olmak üzere iş ve ticaret dünyasına getirilmiş bütün denetim ve regülasyon mekanizmaları zayıflatılmaya başlandı.
Mellon’un rakiplerini zayıflatacak, kendisinin şirketlerine ve bankalarına yarar sağlayacak her şey ‘ekonominin özgürleştirilmesi’ olarak sunuldu. Yabancı heyetlerle görüşmelerde bile Mellon’un ticareti ve şahsi işleri öncelikli konuydu. Örneğin sadece ilk yıl İngiltere ile bütün görüşmelerde en öncelikli konu, Birleşik Krallığın yeni petrol bölgesi Kuveyt’te Mellon’un şirketi Gulf Oil’e ruhsat verilmesi konusuydu.
Her kabine toplantısı Başkan Harding’in değil Hazine Bakanı Melon’un kişisel şovuna dönüştü. ABD Başkanı ikinci eleman konumundaydı. Kabinede konuşulan neredeyse her konuda her alanda Mellon’un bir ticari işi veya bağlantısı olması Başkan Harding’i bile şaşkınlığa düşürüyordu.
Dönemin Adalet Bakanının anılarından, bir Kabine toplantısında Çin’de inşa edilen Doğu Çin Demiryolu gündeme geldiğinde ABD Başkanı Harding’in, Adalet Bakanının kulağına “nihayet Mellon’un işinin olmadığı bir konu” diye fısıldayıp güldüğünü öğreniyoruz. Harding, dakikalar sonra Mellon’un bu demiryolu şirketinde de 1,5 milyon dolar hisseye sahip olduğunu şaşkınlıkla öğrenecekti.
Milyarder hazine bakanı Mellon, 1924’te, zenginden vergi almamanın ülke ekonomisine faydalarını anlatmak için yazdığı kitapta, “Uygarlığımız sermayenin belli ellerde birikimi üzerine kurulu. Sermaye birikimi, tarihin en zengini haline gelmiş uygarlığımızın yaşaması için hayati derecede önemli” diye yazacaktı. Hazine Bakanı Mellon bir yıl sonra, Rockefeller ve Henry Ford’u geçerek ABD’nin en zengin ismi haline gelecekti.
Ülke 1920’den 1932’ye kadar üç Cumhuriyetçi Partili başkan değiştirdi ama Mellon hep yerinde kaldı. 12 yıl boyunca ABD Hazine Bakanı olarak ülkenin vergiden gümrük vergisine, faiz oranlarından vergi politikalarına kadar her konuyu yönlendiren asıl isim oldu. Dönemin muhalif senatörü George Norris, “Mellon art arda üç başkanın kabinesinde görev yapmadı, art arda üç ABD başkanı onun kabinesinde görev yaptı” diye hicvedecekti sonradan.
Mellon, yarattığı denetimsiz kuralsız ekonomi düzeninin ülkeyi 1929 krizine taşımasına rağmen kriz patladıktan sonra da görevinde kaldı. Dönemin ABD Başkanı Herbert Hoover’ın krizi küçümsemesinde ve zamanında gerekli adımları atmamasında en önemli faktör yine Mellon’un telkinleriydi. 1930 yılında krizin pik noktasının geride kaldığı ve toparlanma aşamasına geçildiği iddiasıyla gümrük vergilerini, ABD tarihinin en yüksek oranlarından birine çıkaran yasal düzenlemeye önayak oldu. Hesapta, gümrük vergileri olağanüstü yükseltilerek federal hükümete vergiden bile daha büyük bir gelir kaynağı yaratılacaktı. Ama tam aksi bir felakete yol açtı. 1929 krizi, bu yüksek gümrük vergisi politikasının etkileriyle Büyük Buhrana dönüştü.
Başlamasından üç yıl sonra 1932 başında bu krizin ABD tarihinin en büyük ekonomik bunalımı olduğu artık aşikâr hale geldiğinde Kongre, Mellon’u görevden azli için girişim başlattı. Başkan Hoover, onu, başına gelebilecek yargı kazalarından uzak tutmak için bakanlıktan alarak İngiltere’ye büyükelçi olarak gönderdi. Birkaç ay sonra seçimi kaybettikleri için Mellon, İngiltere’den dönmek zorunda kalacaktı.
Mellon, ahir ömrünü memleketi Pittsburgh’ta geçirmek istedi. Ama, onu 10 yıl boyunca çılgınca alkışlamış hemşerilerinin bile ekonomik bunalımdan dolayı kendisine derin bir nefret duyduğunu görünce bunu yapamadı ve pek de hazzetmediği Washington DC’de yaşamak zorunda kaldı. Usulsüzlükleri nedeniyle açılan davalarda suçunu kabul edip astronomik para cezaları ödemek zorunda kaldı. Hapse girmesine neden olacak vergi kaçakçılığı davaları sürerken 1937’de kansere yakalanıp ölecekti.
Terakkiperver (progressive) politikalar, Gilded Age'in artçısı olan 1920’lerdeki gerilemeden sonra 1932 seçimi ile iktidara yeniden geldi. Kaderin bir cilvesi, aynı New York ailesinden bir başkanın liderliğinde. 1932’de başkanlığı kazanan Demokrat Partili New York Valisi Franklin Delano Roosevelt, namı diğer FDR, birinci terakkiperver çağı başlatan Theodor Roosevelt’in kuzeniydi.
FDR’ın başkanlığı ile ABD, ‘bırakınız yapsınlar’ vahşi kapitalizmini bir kez daha terk ederek ‘Yeni Sözleşme’ diye anılacak yeni bir kapitalizm düzenine geçti.
Yeni Sözleşme reformları ile finans piyasalarına denetim mekanizması yapacak Sermaye Piyasası Kurulu (SEC) oluşturuldu. Bankacılık Kanunu ile bir firmanın aynı anda hem yatırım bankacılığı hem de ticaret bankacılığı yapması yasaklandı. Böylece şirketlerin ticari bankalarının piyasadan topladığı parayı, yatırım bankaları aracılığıyla kendi şirketlerinin hisselerini yükseltme, rakip firmaların hisselerini batırma gücü yok edildi. Bir banka sahibine, diğer sektörlerdeki bütün şirketlerine de sermaye piyasası kanunlarına tabi olma zorunluluğu getirilerek, banka sahibi olmak olağanüstü zorlaştırıldı. FED’in hem bankerlere karşı ‘kamu kurumu’ niteliğini tahkim eden, hem de siyasi otoritenin FED üzerinde etkili olmasına engel olan yasal bariyerler inşa edilerek piyasaya ve dolara istikrar getirildi.
Zenginlerden ve şirketlerden alınan federal gelir vergisi artırıldı. İlk defa emeklilik, sosyal güvenlik ve işsizlik sigortası sistemi tesis edildi. Sendikalara hukuksal korumalar ve toplu sözleşme yetkileri kazandırıldı. İlk kez federal zorunlu asgari ücret belirlendi. Fazla mesaiye ek ücret zorunluluğu getirildi. Çocuk işçiliği tamamen yasaklandı. Madencilik başta olmak üzere bütün sanayi işyerlerinde işçi güvenliği standartları yasal zorunluluk oldu. Vergi kanunları değiştirilerek, yüksek gelirlilerin ve şirketlerin gelir vergisi artırıldı. Ve Hatch Kanunu gibi kanunlarla, memurları ve kamu kurumlarının yetki ve imkanlarının siyasi amaçlarla veya seçimlerde kullanımını tamamen yasaklanarak, ‘ganimet sisteminin’ son kalıntıları da yok........
© T24
