menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Ümit Özdağ: ‘Kurucu önderleri’ Bahçeli, Erdoğan ve Öcalan olan bir 'ikinci cumhuriyet'ten söz ediliyor; yeni bir ittifakın şartlarını oluşturmalıyız

90 26
18.08.2025

Diğer

18 Ağustos 2025

Zafer Partisi Genel Başkanı Prof. Dr. Ümit Özdağ ve T24 yazarı Cansu Çamlıbel

Prof. Dr. Ümit Özdağ, yaklaşık 20 senedir aktif biçimde siyasetin içinde ve yine aktif biçimde tartışmaların göbeğinde bir isim. Ülkücü geleneğin içinde büyüyen Özdağ, hem akademisyenlik döneminde hem de siyasete atıldıktan sonra devlet bürokrasinin farklı kollarıyla her daim yakın ilişki içinde oldu. Belki tam da bu yüzden son dönemde bir sebeple Silivri’deki Marmara Cezaevi’ne gönderilenler arasına girmesi kamuoyunda çok büyük şaşkınlığa neden oldu. Yaklaşık beş aylık tutukluğun sonunda mahkeme, Özdağ'ın üzerine atılı suçun sabit görüldüğüne kanaat getirerek 2 yıl 4 ay 3 gün hapis cezasına hükmetti. Ancak Özdağ'ın hapiste kaldığı günler göz önünde bulunduruldu ve 17 Haziran’da herhangi bir adli kontrole gerek olmadan tahliyesine karar verildi.

Dışarı çıktıktan sonra birkaç televizyon yayına katıldı ve sosyal medya üzerinden gündeme dair yorumlarını paylaşıyor. Ancak serbest kaldıktan sonraki üslubunda ciddi bir ton farkı hissediliyor. İçeri atılmasına gerekçe gösterdiği ‘Terörsüz Türkiye’ süreci Meclis komisyonu aşamasına geçmişken, Özdağ’ın eskisi kadar tansiyonlu bir muhalefet yapıp yapmayacağı doğaldır ki bugüne kadar hareketlendirdiği kitlenin merak konusu. Bu tür soru işaretlerini kendisine hatırlattığımda Zafer Partisi olarak iletişim stratejilerini değiştirme kararı aldıklarını doğruladı. Zira Özdağ’a göre kendisinin daha önceki yüksek volümlü siyaseti sayesinde toplum artık sığınmacılar konusunda uyandı ve tabiri caizse ‘artık o kadar bağırmaya lüzum yok.’ İletişim stratejisini değiştirmesinin bir sebebi daha varmış; daha geniş seçmen kitlelerine ulaşmak. Özdağ kendisi böyle ifade etmiyor ama artık ‘ırkçı’ ve ‘Arap düşmanı’ olarak nitelendirilmek istemediğini hissettim.

Özdağ’a göre bugün devlette aktif olarak ‘PKK çalışanlar’ arasında kendisi kadar deneyimli kimse yok. Öcalan’ın ve PKK’nın aslında ne demek istediğini deşifre edeceği ve halka onların anlayacağı şekilde anlatacağı için içerde tutulduğunu düşünüyor. Madem öyle düşünüyor, buyursun Öcalan’ın 27 Şubat açıklamasından Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Dayanışma Komisyonu’nun çalışmaya başlamasına kadar geçen sürede ortaya çıkan tabloyu sansürsüz değerlendirsin istedim. Biz sürecin aslında yeni başladığını düşünürken Özdağ ise sürecin çökme aşamasında olduğundan neredeyse emin. Çünkü Özdağ Ankara’nın YPG’nin de silah bırakacağını sanarak büyük bir hata yaptığını düşünüyor. Abdullah Öcalan’ın asla böyle bir talimat vermediğini, vermeyeceğini savunuyor ısrarla.

Kendisiyle Temmuz 2023’te yaptığım ve Türk siyasi tarihine geçen bir gizli mutabakatı ifşa ettiği söyleşiden iki sene sonra bugün CHP’nin eski Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun son süreçlerdeki tavrıyla ile ilgili birkaç soruyu da araya sıkıştırmadan edemezdim. Özdağ yine sözünü esirgemedi.

Ümit Özdağ’ın bu mülakatta söylediği bazı şeyleri yine hayretle dinlemiş olsam da konuşmanın hiçbir yerini ellemeden, akışına dokunmadan yazabilmiş olmanın kıymetinin farkındayım. Gazetecilik mesleğinin ne olduğunun unutturulmaya çalışıldığı şu dönemde aynı fikirde olmadığım siyasetçilere soru sorup yanıtlarını eğip bükmeden sizlere ulaştırmayı her zamankinden daha fazla önemsiyorum.

-Cezaevinde elbette ki Türkiye’de olan biteni yakından takip ettiniz, biz de sizin yaşananlar konusunda ne düşündüğünüzü sosyal medyadaki paylaşımlarınızdan takip ettik. Zaten ‘Terörsüz Türkiye’ sloganıyla başlatılan sürece karşı çıktığınız için ve bu sürecin en kritik aşamasında etkin muhalefet yapmanız istenilmediği için içeride tutulduğunuzu düşündüğünüzü biliyoruz. Yine de elbette ‘dışarısı’ başkadır. Ne hissediyorsunuz ve ne görüyorsunuz bugün?

Öncelikle Silivri’yi unuttuğumu söyleyebilirim. Bu garip bir duygu. Ben mesela böyle olmayacağını düşünmüştüm. Ama bir anda her şey çok geride kalıyor. Belki başkaları da benzer duygular yaşamıştır, bilemem. Ben böyle yaşadım, onun için bende çıktıktan sonra Silivri’nin etkisi devam etmedi. O yüzden de daha çıkmamın üzerinden bir ay geçmeden Silivri ziyaretlerine başladım. Ekrem İmamoğlu, Aykut Erdoğdu’yu, Buğra Gökçe’yi, Ayşe Barım’ı, Ali Sukas ve Fatih Altaylı’yı ziyaret ettim. O ziyaretler sırasında da Silivri’nin üzerimde etkisinin kalmamış olduğunu fark ettim. Zaten içerideyken bana arkadaşlarım, avukatlar dışarıda büyük bir kamuoyu desteğinin olduğunu ifade ediyorlardı. Bu kamuoyu desteğinin boyutunu tabii başkalarının anlatımlardan yeterince anlayamıyorsunuz. Fakat sokağa çıkıp Anadolu'da dolaşmaya başlayınca, nasıl müthiş bir destek gördüğümü gördüm. Cezaevine girmeden önce bana zaten 16-25 yaş grubunda büyük bir destek vardı. Şimdi o gruptaki destek daha da yükselmiş. Sanıyorum biz 18-29 yaş grubunda oyların yüzde 20'sini alırız. O da henüz şu andaki durum, çalışmalara yeni başlıyoruz.

“Büyük kuşaklarda daha önce ilgi düşüktü, şimdi oralarda da destek patlaması var” -Siz bu rakamları elinizdeki anketlere bakarak veriyorsunuz herhâlde, değil mi?

Anketlere bakmıyorum. Anketlerde Zafer Partisi’nin 18-29 yaş grubunda desteği yüzde 10-12 arasında gözüküyor. Ama ben sahada bu grubun desteğinin yüzde 20 düzeyinde olduğunu görüyorum ki daha gençlik politikalarımızı açıklamadık mesela. Daha da önemlisi, bu gruptan zaten kuvvetli ilgi ve destek vardı ama bu yaş kuşağının üstündekilerde bize yönelik daha düşük bir ilgi vardı. Daha büyük yaş gruplarında da ilgi ve destek patlaması görüyorum. İki şeyi çok duyuyorum sokakta. Birincisi, “Senden çok şey bekliyoruz” diyorlar. Birçok yerde, birçok yaş grubundan kadın ve erkekten bunu duydum. İkincisi de yine aynı insanlar, “Son umudumuzsun” diyorlar. Benim Öcalan’la görüşmeler sürerken miting yapmamam ve bu süreci deşifre ederek halka anlatmamam için tutuklanmış olduğum gerçeğini halk anlamış. Ben tutuklandım çünkü ben 1998'den beri PKK çalışıyorum. Benim dışımda bu konuda uzman olan bir parti genel başkanı yok, bir siyasetçi de yok açıkçası. 1998'den bu yana devlet içinde PKK çalışanların hiçbiri kalmadı.

-Bunu cezaevinden çıktıktan sonra katıldığınız ilk televizyon canlı yayınında da söylediniz. Ve ben bu sözünüz üzerine düşündüm, sizin kadar eski dönemden beri “devlette PKK çalışan” bir kişi daha buldum; Şenkal Atasagun.

Şenkal Bey, müsteşar olarak generalisttir. Yani detayları bilmesine gerek yok.

-Ama “PKK dosyasını çalışmadığını” söyleyemeyiz.

PKK dosyasını çalışmıştır.

-“Şu anda devlette görevi yok” da diyebilirsiniz belki.

Onu söylemem. Devlette çalışmadığını söylemem. Çalıştığını da söyleyemem. Bilmiyorum. Ama birçok kişi emekli oldu. Görevlerini bıraktılar, görevini bırakınca işi bıraktılar. Ya da o görevde çalıştılar, o sürede onun üzerinde uzmanlaştılar, sonra başka bir görev atandılar. Bıraktılar. Bölgeye gittiler, bölgede detayları çok iyi öğrendiler belirli bir dönem için ama sonra bıraktılar. Ben ise sürekli çalışmaya devam ettim. Siyaset içerisinde de çalışmaya devam ettim. Onun için benim PKK ile müzakere sürecini okumamı, açıklamamı ve bunu mitingler aracılığıyla sahaya taşımamı da istemediler. Çünkü ben tutuklanmadan önce perşembe günü Karaman'da bir miting yapmıştım. Öğleden sonra saat 2'de ve 4500 kişi vardı. AKP cumartesi günü Karaman'da yaptığı mitingde 7000 kişi toplayabilmişti. Bizim yine o günlerde Antalya’da yaptığımız mitinge katılan insan sayısı 8000’e çıktı ve ondan sonra tutukladılar zaten. Tabii içeriden de süreci mümkün olduğunca izlemeye çalıştım. Bu sürecin aslında çok ayrıntılı planlandığı anlaşılıyor. Ama yapılan bir teorik planlama. Sahaya çıktığınızda her şey planladığınız gibi gelişmez ve işte planlandığı gibi gelişmiyor. Geldiğimiz noktada, bu iş patladı patlayacak.

-Daha bugünden süreç çökecek yani size göre, öyle mi?

Türk halkının bu sürecinin arkasında hala hiçbir ciddi desteği yok. Süreç, sadece Türk halkında destek bulmamış değil, güvenlik ve istihbarat bürokrasisi içinde de bu sürecin desteği yok. Bunları bilerek söylüyorum. Hâl böyleyken, bu sürece karşı olanların konuşması istenmedi ve istenmiyor. İşte benim tutuklanmam, bunun açık kanıtı. Hatırlayın, süreç başlarken Rasim Ozan Kütahyalı çıkıp “Türk Milliyetçiliği adına muhalefet yapılmasına izin verilmeyecek” demişti ve sonucu gördük, ben tutuklandım. Ben Silivri'de bir kişi olarak değil, Cumhuriyet'in kuruluş değerlerini temsil eden bütün herkesi temsilen tutuldum. Peki, benim tutukluluğum üzerinden Türk halkına ne söylendi? Türk halkına “Biz bir taviz vermiyoruz, bir pazarlık yok. PKK kendisini fethedecek ve silah bırakacak” denildi. Biz de ısrarla dedik ki “Bu doğru olamaz, doğru söylemiyorsunuz.” Bunun asla doğru olamayacak olmasının temel kanıtı, “Feshetme ve silah bırakma konusunun KCK’nın tüm unsurlarını kapsayacak” deniyor olmasıydı.

-Zaten işin başından beri en muğlak, en tartışmalı olan kısmı oydu. Biz de gazeteciler olarak doğaldır ki ilk günden beri aynı soruyu soruyoruz ve YPG cephesinden hep “Hayır, bizi kapsamıyor” yanıtı geliyor. E şimdi KCK Yürütme Konseyi’nden isimler de “PKK’yı feshediyoruz ama silah bırakma konusu başka” demeye başladılar.

Şimdi… PJAK silah bırakmıyor, PCDK bırakmıyor, PYD bırakmıyor. Ve geçen gün Hakan Fidan, Suriyeli yetkililerle yapmış olduğu görüşmeden sonra bir yaptığı açıklamada PYD'nin almış olduğu tavrın artık Türkiye tarafından tahammül edilemez bir hâl olduğunu ifade etti. O zaman siz Ankara'daki o Komisyon’da neyin konuşmasını yapıyorsunuz?

-Fakat Suriyeli Kürtler arasında başka bir tartışma da var ki her ne kadar Türkiye’deki sosyal medya platformlarında PYD yöneticileri ve onlara yakın isimler yasaklı olsa da söyledikleri ve onların söyledikleri üzerinden kopan tartışmaları bir biçimde takip ediyoruz. Görüyorum ki YPG ile HTŞ arasındaki gerginlik üzerinden bazı Kürtler Şam’a “Siz bizi tanımazsanız biz de buradan kopar Türkiye ile misak-ı milli içinde entegre oluruz” gibi tehditler de savuruyor. Ve biz bunu tuhaf biçimde Suudi Arabistan’da yayın yapan medyadan okuyoruz.

Şimdi o konuda iki yaklaşım var. Birincisi sizin söylediğiniz yaklaşım; yani PYD bölgesinin böyle taleplerde bulunduğu. İkincisi de Arap basınına yansıyan yaklaşım. Yani o bahsettiğiniz haberlerde bu söylentiyi yayan ve dolaşıma sokanın Türk tarafı olduğu. Arap basınında çıkan haberlere göre “Siz bunlarla (HTŞ) anlaşamıyorsanız kalkın gelin bizimle birleşin” diyen Türkiye.

-Öcalan'ın kafasında da böyle bir şey mi var sizce; Türkiye ile Suriye’yi Kürtler üzerinden birleştirmek. Daha önceki bir açıklamanızda, ABD’nin tam da böyle bir strateji üzerinden gittiğini, AfPak gibi TurSur hayâl ettiğini söylemiştiniz. Öcalan’ın da bu tür bir gündemi olabilir mi?

Yok, Öcalan’ın böyle bir yaklaşımı yok. Bir de tabii bu konuya ilişkin üçüncü bir yaklaşım var ki ben onun daha doğru olduğunu düşünüyorum. Aslında ne PYD'de böyle bir yaklaşım var ne AKP'de ama AKP sürecin üzerini psikolojik olarak örtmek için kendi trolleriyle bu görüşü ortaya atıp tartıştırıyor. Yani aslında böyle bir tartışma yok. Ama AK Parti’nin kafasının arkasında ‘Misak-ı Millîyi gerçekleştirmek’ adı altında Suriye'nin bütün kuzeyinin ilhakı gibi bir proje hep oldu, bu yeni değil. Uzun süre önce, 2011’de Suriye’de iç savaşın başlamasından hemen sonraydı, Güneydoğu'dan Ankara'ya uçakla dönüyorum, yanımda da bir AK Partili bir belediye başkanı var. Dedi ki, “Suriyelilerin nüfus artışı konusunda haklısınız. Ben de sizin gibi düşünüyorum. Burada demografik dengeler bozuluyor. Çok harcama yaptık, ekonomiye de çok olumsuz yansıdı bu. Ama bizim de bir kazancımız var.” Ben de merak ettim. Şöyle devam etti: “Bizim kazancımız toprak. Suriye’de aldığımız yerleri bırakmayacağız.”

-Benzer bir cümleyi bir Türk diplomatından -hem de AKP ataması olmayan bir kariyer diplomatından- daha diplomatik şekilde duydum ben de.

Ben Ankara'da belirli çevrelerde bu ilhak politikasının alttan alta işlendiğini tahmin ediyorum, görüyorum. Rusların bir karikatürü vardır, görmüşsünüzdür muhakkak. Türkiye önce Suriye'nin içine kadar büyüyor, sonra Kayseri'ye kadar küçülüyor. Yani herkes bunun farkında. Ancak geçen gün Hakan Fidan PYD'ye eleştirilince, bir PYD’li Hakan Fidan'ı bir suikast ile öldürmekle tehdit etti. Ben gördüm ve paylaştım bunu. Hatta şöyle söylediler; “Laz Kemal'in selamlarıyla diye her vatansever Kürt sana yaklaşabilir.” Özetle bugün Türk Dışişleri Bakanı’nı ölümle tehdit eden bir PYD var. Peki siz bu ortamda Ankara’daki Komisyon’da neyi konuşursunuz Hakan Fidan?

-Tabii sizin kadar olmasa da biz de şunu biliyoruz, gözle görülebilenden biliyoruz; Ankara’da bu konuya farklı yaklaşan kliklerin bir mücadelesi var. MHP lideri Bahçeli, kurmayı Feti Yıldız hayatî rol üstlenmiş durumda ve bir yandan da MİT Başkanı İbrahim Kalın’ın himayesinde giden bir istihbarat projesi aslında Öcalan ile görüşmeler. Ancak hatırlattığınız gibi eşzamanlı olarak Hakan Fidan, YPG’yi hedef alıyor ve DEM’lilerin de tepkisine neden oluyor. Hakan Fidan sizce süreç konusunda hangi damarı temsil ediyor? Ya da bütün bunlar aslında hükümet cephesindeki bölünmeden ziyade kafa karışıklığını mı temsil ediyor?

Bence iş planladıkları gibi yürümüyor.

-Peki planladıkları şey neydi? Bu kadar kısa zamanda ne olabilirdi ki?

PYD'nin de silah bırakacağını düşündüler. PJAK'ın de silah bırakacağını düşündüler. Ve bunlar silah bırakmasa bile bunu Türk halkına bir şekilde kabul ettirebileceklerini düşündüler.

-Öcalan'a böyle bir şey kabul ettirebilirler mi sizce, PYD’nin de silah bırakmasını?

Hayır, ettiremezler. Öcalan da zaten asla böyle bir talimat vermez. Öcalan bu süreci kendisini meşrulaştırmak için kullanıyor. Türk siyasetinde bir faktör haline gelmek için süreci kullanıyor ve kendi açısından çok mantıklı oynuyor. Bir süre daha İmralı'da yaşamaya devam edecek ama sonunda İmralı'dan bir şekilde çıkacak, bunu biliyor ve buna göre oynuyor. Türkiye'de iktidara ortak olurken Suriye'nin kuzeyini de tek başına yöneteceğini düşünüyor. Onun için Suriye'nin kuzeyinden vazgeçmesi mümkün değil. Ayrıca Suriye'nin kuzeyindekilere “Silah bırakın” dese de bunun kabul görmeyeceğini ve reddedileceğini biliyor. Öcalan reddedileceği ve karizmasını çizdireceği hiçbir şey gündeme getirmez.

-Sizdeki bilgi de PYD/YPG’nin başat aktör olduğu Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDG) 80 ila 100 bin kişilik bir ordu mahiyetinde olduğu yönünde mi?

Suriye Demokratik Güçleri’nin bir bölümü Araplardan oluşuyor. Ve bu yapının içinde bugün önemli sorunlar başlamış durumda. Bendeki bilgiye göre aslen 45-50 binlik bir yapıdan bahsediyoruz ve bunun en güçlü unsuru hiç şüphesiz PYD. Peki, PYD dediğimiz kim? Bir anlamda yeni PKK’dır PYD. Ayrıca PKK'nın sahip olmadığı uluslararası ilişkilere de sahip, PKK'nın sahip olmadığı silah sistemlerine de sahip.

-Tırnak içinde meşruiyete de sahip herhâlde batının gözünde IŞİD ile mücadelesi nedeniyle.........

© T24