menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Ütopyadan distopyaya!

27 11
27.06.2025

Diğer

Konuk Yazar

27 Haziran 2025

Kapitalizmin hâkim olduğu bir küresel sistemde yaşıyoruz. Bu sistem, zenginliği ve refahı bazı merkezlerde biriktirirken, yoksulluğu ve dışlanmayı başka yerlere “ihraç” ediyor. 19. ve 20. yüzyıllarda bu düzene büyük bir itiraz vardı: İşçi sınıfı, yalnızca adil ücret değil, sınıfsız, ayrıcalıksız bir toplum istiyordu.

Bu, başlangıçta sadece bir ütopyaydı. Ardından Paris Komünü, Ekim Devrimi gibi örneklerle somutlanır gibi oldu. Ancak bu deneyimler ya dış müdahalelerle ya da dış müdahalelerle iç çelişkilerin birbirini beslemesiyle yıkıldı (üstelik bunlardan ikincisi siyasal, sendikal, yerel ve sivil örgütlenme mirası olarak ardında bir çöl bıraktı). Yirminci yüzyılın sonlarına geldiğimizde, işçi sınıfının toplumu dönüştürme umudu büyük ölçüde dağılmıştı.

Ve belki tam da bu yüzden, dijital kapitalizm[1] bu kez neredeyse hiçbir direnişle karşılaşmadan şekillendi. Eğer sınıfsız toplum hayalinin 1917 girişimi yeryüzüne tutunabilseydi (ve deforme olup yerine geçtiğine benzemeseydi) bugün dünyanın dijital üretici ve tüketici ülkeler olarak ikiye bölünmesi bu kadar keskin olmayabilirdi.

Ütopyanın yıkılması bizi distopyanın kucağına bıraktı!

Bugün Dünya’da yaşayan tek insan türü biziz: Homo sapiens. Ama bu her zaman böyle değildi. Elli bin yıl önce yeryüzünde birden fazla insan türü vardı. Bunlardan en bilineni olan Neandertaller Avrupa ve Batı Asya’da yaşıyordu. (Zaten adları da 1856’da ilk kalıntılarının bulunduğu, Almanya’daki Neander Vadisi’nden, yani Almanca Neandertal’den geliyor.

Neander Vadisi’nin adı ise 17. yüzyılda yaşamış Alman ilahiyatçı ve şair Joachim Neander’den. Şairimiz, soyadı Neumann (yeni insan) olmasına rağmen, bunun Yunanca karşılığı olan Neander’i kullanıyordu. Sık sık yürüyüş yaptığı vadiye ölümünden sonra onun adı verilmiş.

Neandertaller muhtemelen konuşabiliyor (boğaz bölgesinde ilgili kasların tutunduğu bir dil kemiği bulunuyordu, ancak Homo sapienslere göre dillerinin ve soyut düşünce üretme kapasitelerinin daha sınırlı olduğu tahmin ediliyor), mağara resimleri yapıyor, takı kullanıyorlardı. Hastalanan veya yaralanan grup üyelerine tedavi uyguluyor ve sosyal dayanışma gösteriyorlardı. Alet yapımı konusunda ustaydılar, mızrak gibi etkili av araçları geliştirip, avlarını koordineli biçimde takip edebiliyorlardı. Ateşi bilinçli kullanıyor; yemek pişirme, ısınma ve korunma amacıyla değerlendiriyorlardı. Kısacası, Neandertaller “ilkel” değil, çok yönlü, zeki ve sosyal varlıklardı.

Homo sapienslerle Neandertaller arasındaki ilişki aslında çoğu insanın sandığı gibi bir “savaş” hikâyesi değil. Daha çok, uzun bir karşılaşma ve birlikte yaşama süreciymiş gibi görünüyor. Aynı bölgelerde yaşamışlar, aynı hayvanları avlamışlar, hatta bazen çiftleşmişler bile. Modern insanın genomunda Neandertal DNA’sı mevcut. Ortalama bir Avrupalı ya da Asyalı genlerinin yaklaşık yüzde ikisi onlardan geliyor. “Neandertaller hücre çekirdeklerimizde yaşıyor” bile diyebiliriz!

Ama tabii ortada bir tür rekabet de vardı. Homo sapiensin bazı önemli avantajları bulunuyordu ki bunlar hayatta kalmalarında belirleyici oldu. Mesela, daha gelişmiş ve çeşitlendirilmiş aletler yapabiliyorlardı; sadece taş değil, kemik ve ağaç gibi malzemeleri de ustalıkla kullanarak çok daha etkili av araçları ve günlük yaşam gereçleri üretiyorlardı. Esas önemlisi, iletişimleri daha karmaşıktı, bu da onların daha iyi organize olmalarını, plan yapmalarını ve bilgi aktarımını kolaylaştırıyordu. Sosyal yapıları da daha geniş ve esnekti; Neandertallerden daha büyük gruplar halinde bir arada yaşayabiliyor, kaynakları paylaşabiliyor ve kolektif stratejiler geliştirebiliyorlardı. Buna karşılık Neandertaller genellikle daha küçük, izole gruplar halindeydi; bu da onları iklim değişiklikleri ve çevresel zorluklara karşı daha kırılgan yapıyordu. Bu nedenle, Homo sapiens ile Neandertaller arasındaki mücadele doğrudan bir savaş biçiminde değildi, daha çok hangi grubun çevresel ve sosyal değişimlere daha iyi uyum sağlayabileceğine dair bir “yarışmaydı.”

Günümüzde dijital üreticiler (Homo digitalis/bu kavram daha önce kullanılmış), yani içerik üreten, kod yazan, algoritma geliştiren, sistem kuran kişiler ya da gruplar; dijital dünyanın evrimini yönlendiren “aktif tür” gibi davranıyor. Bu açıdan bakınca, Homo sapienslere benzetilebilirler: Daha esnek, daha örgütlü, daha uyumlu ve kendi ortamlarını dönüştürebilen bir yapıları var.

Öte yandan dijital tüketiciler (Homo consumens digitalis/bunu ben uydurdum), yani bu sistemlerin sadece kullanıcısı olan, ama nasıl........

© T24