Türklük bir üst kimlik midir?
Diğer
15 Kasım 2025
Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM)
Devletin “Türk üst kimliği” anlatısı tam anlamıyla bir “tavşana kaç, tazıya tut” siyaseti! Bir yandan “Türk Devletine vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkes Türk’tür” denilerek kapsayıcı bir üst kimlik vurgusu yapılırken; öte yandan “Türkler Orta Asya’dan gelip Anadolu’ya medeniyet getiren kadim bir millettir” söylemiyle Türk etnik üstünlüğü vurgulanır. Böylece “Türk” kavramı aynı anda hem herkesi kapsayan bir üst kimliğin hem de ayrıcalıklı bir hâkim kimliğin üst üste bindirilmiş haline dönüşür (çift katlı ekmek kadayıfı!). Bu üst kimlik söylemi, yüz yılı aşkın süredir hukuktan müfredata, nüfus mühendisliğinden siyasi dile kadar yayılan bir asimilasyon projesinin başlıca kaldıracıdır.
1924 Anayasası’nın meşhur 88. maddesi şöyleydi, “Türkiye ahalisine din ve ırk farkı olmaksızın, vatandaşlık itibarıyla Türk denir.” İlk bakışta modern bir yurttaşlık eşitliği beyanı gibi görünür bu. Ancak aynı maddede yer alan “Türk babadan doğma” ve “Türklüğü ihtiyar eden (seçen)” ifadeleri, bu eşitliğin altına hemen bir soy kaydı düşer. Yani “herkes Türk’tür” denirken bile, kimlerin gerçekten Türk sayılacağı hâkimane bir edayla belirlenir (herkes Türk’tür ama Türkler daha da Türk’tür!)
Fakat pratikte “Türklüğe kabul edilmek,” devletin belirlediği üç şarta bağlıydı: dil, din ve sadakat. Türkçe konuşmak ya da öğrenmeyi taahhüt etmek, “Türk kültürüne intibak”ın önkoşulu sayılıyordu; Müslüman olmak ise bu kültürel aidiyetin temel şartıydı. Son ölçüt olarak siyasal sadakat ise, “Vatandaş Türkçe konuş!” kampanyalarından İskân Kanunu’na kadar uzanan politikalarla denetleniyordu.
O gün bugün, bu üç şartı yerine getiren bir Kürt, kökeninden pek söz etmemek kaydıyla devlet kademelerine kabul edilir. Onun kökenini, Türkiye’de Kürtlere ayırımcılık yapılmadığının kanıtı olarak ancak bir “devletlü” Türk dile getirilebilir.
“Kapsayıcı” üst kimliğin egemen ulusun etnik kimliğiyle çakışması çok kullanışlı bir icattır. Dışarıya dönük söylemde kapsayıcı yurttaşlık vurgusu yapılırken; içeride soy ve kültür esasına dayalı bir hiyerarşi sessizce işletilir. Böylece eşitlik iddiası, farklılıkları görünmez kılan bir örtüye dönüşür; kâğıt üzerindeki herkese tanınan haklar, pratikte son derece seçici biçimde dağıtılır.
Bu seçiciliğin en çıplak hali 1934 tarihli İskân Kanununda görülür. Kanun, göçmenleri üç kategoriye ayırır: “Türk ırkından olanlar,” “Türk kültürüne bağlı olanlar” ve “Türk kültürüne bağlı olmayanlar.” (İlk grup davetlidir, ikinci grup gözetim altındadır, üçüncü grup kapıdan çevrilir.) Devletin kimliği hukuken “kapsayıcı” gibi görünse de, iskân politikası açıkça etnik bir eleme sistemine dayanır.
Bu kanunun asıl hedefi, Türk ve Müslüman nüfus açısından Anadolu’nun homojenliğini sağlamaktır. Bu hedef doğrultusunda ülke üç iskân bölgesine ayrılmış, nüfusun bölgelere etnik dağılımı adeta laboratuvar titizliğiyle planlanmıştır.
2006’da yürürlüğe giren 5543 sayılı yeni İskân Kanunu da aynı yaklaşımı sürdürür: “Türk soyundan ve Türk kültürüne bağlı olup yerleşmek amacıyla gelenler” göçmen kabul edilir. Yani Türklük içeride kapsayıcı bir vatandaşlık kategorisi olarak sunulurken, dışarıdan gelecekler için dar anlamda “etnik Türk” olma şartı devlet eliyle korunmaya devam eder.
Bu hukuki çerçeve, resmi tarih anlatısıyla ideolojik olarak beslenir. Cumhuriyet boyunca Türk Tarih Tezi ve ardından gelen Türk-İslam sentezi, Türklüğün Orta Asya menşeli bir soy ve medeniyet kurucu kavim olarak inşa edilmesini sağlar. Bu anlatıya göre tarih Türklerle başlar ve Türklerle sürer: Sümerler’den Hititler’e, Etrüskler’den Selçuklu ve Osmanlı’ya uzanan çizgide hep aynı “öz” vardır. Türkler, tarih sahnesinden hiç kaybolmaz; sadece devlet değiştirirler. (Sayıları on altı mıydı?)
Ders kitaplarında “Türkler” çoğu zaman kesintisiz bir tarihi özne, “daima medeniyet taşıyan” bir etnik blok olarak anlatılır. Bu tarih dili, yurttaşlık bilinci üretmekten çok, milli üstünlük duygusu üretir. Atatürkçü ulusalcıların Vietnam halkıyla empati kurabilmesi, ama Kürt halkıyla kuramamasının nedeni bu üstünlük duygusudur. (“Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine...” sık sık tekrarladığınız bir dize değil miydi arkadaşlar? Eşitlik olmadan kardeşlik olur mu?)
Tarih atlaslarından müzelere, ders kitaplarından anıtlara kadar uzanan bütün bir kurgu evren, aynı olguyu kanıtlar: Türk kimliği yalnızca bir vatandaşlık tanımı değildir; bu, uygarlığın kurucu unsuru olarak Türklükle kutsanmış bir aidiyettir.
Cumhuriyet pratiğinde Müslümanlar fiilen “Türk” çemberine dahil edilir; gayrimüslimlerin ise devlet memuru olamamaları, askerlikte erlikten öteye gidememeleri, askeri okullara kabul edilmemeleri, yüksek........





















Toi Staff
Penny S. Tee
Sabine Sterk
Gideon Levy
Mark Travers Ph.d
Gilles Touboul
John Nosta
Daniel Orenstein