menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Türkiye, küresel karmaşanın ve içsel tıkanmanın tam ortasında duruyor

34 18
07.07.2025

Diğer

07 Temmuz 2025

Dünya, bir çağ kapanırken diğerine henüz tam açılmayan donmuş bir zaman aralığında yolunu bulmaya çalışıyor. Eski düzenin kurumları, kuralları ve kavramları meseleleri taşıyamıyor; yeni olan ise henüz inşa edilmedi. Küresel ekonomik krizler, iklim felaketleri, savaşlar, otoriterleşme, göçler, teknolojik tekelleşmeler; her biri başka bir hayatın kapısında beklediğimizin ama kapının bir türlü açılmadığının işaretleri.

Bu zaman aralığını anlatabilmek için uzay filmlerindeki bir sahneyi metafor olarak kullanıyorum ben. Uzay aracının atmosferden çıkarken veya dönüşte girerken 30-40 saniyelik bir zaman diliminde dünya ile iletişimi kesiliyor. Göktaşları arasında, sarsıntılı bir kısa yolculuk anı. Astronotların yüzü çarpılmış, araç yanacak mı, parçalanacak mı yoksa geçiş başarılacak mı? Dünya bence böyle bir zaman aralığında ama bir farkla. Süre 30-40 saniye değil belki de 30-40 yıl ve belli ki biz hala bu sürenin ilk yarısındayız.

İşte tam da bu geçiş anında Türkiye, bir köprü ülke olmanın ötesinde, üç küresel çatışma alanının - ekonomik, siyasal ve kültürel bölüşüm mücadelesinin - tam merkezinde. Üstelik aynı zamanda Türkiye, gezegenin ritim değişikliğinin ve teknolojik sıçramanın zorladığı çağ değişiminin de yaşandığı bir ülke. Ne bu kavganın dışında kalabilir ne de sahnenin hâkimi olabilir. Ama tam da bu “kırılgan merkezilik” konumu, Türkiye’yi edilgen değil, yön verici bir aktör olmaya zorlar. Fakat yön vermek için önce kendi içinde yönünü, hikâyesini, toplumsal uzlaşmasını bulmak zorunda.

Türkiye bugün yalnızca ekonomik krizin değil, anlam krizinin de içinde. Kurumlar yıpranmış, toplumsal güven dağılmış, siyasal temsil erozyona uğramış durumda. Yurttaşın devletten, bireyin toplumdan koptuğu; kimliklerin birbirine karşı mevzilendiği, hakların lütuf gibi sunulduğu bu düzlemde “geleceğe dair hikâye” yalnızca eksik değil, neredeyse olanaksız görünüyor.

Hele eleştirilere, itiraza, protestolara karşı gelişen hoyrat şiddeti yaşadıkça, “yakarız da yanarız da” haykırışlarıyla verilen gözdağını gördükçe, siyasetin mahkemeler eliyle yeniden biçimlendirildiğine tanıklık ettikçe umut yerine umutsuzluk büyüyor içimizde.

Peki Türkiye bu karmaşadan nasıl bir çıkış yolu bulabilir? Bu soruya cevap ararken, önce cesaretle yüzleşmeye, sonra sakince yeniden düşünmeye ihtiyacımız var. Ve nihayetinde yeni bir toplumsal mutabakat, yeni bir ortak gelecek tahayyülü kurmaya mecburuz.

Türkiye, küresel buzul çağın sisleri içinde yalnızca dış kaynaklı türbülanslardan etkilenmiyor; kendi içindeki yapısal sorunlar da bu karmaşada yönünü tayin etmeyi zorlaştırıyor. Temel meselelerimiz belli aslında.

Birincisi, devletin taşıyıcı kolonları olan kurumlar, uzun süredir tarafsızlığını ve etkinliğini yitirmiş durumda. Hukukun üstünlüğü ilkesi, yalnızca mahkeme kararlarında değil, gündelik hayatın her anında ve toplumsal vicdanda da zayıflıyor.

İkincisi, toplumsal kutuplaşma ve kimlik siyaseti kalıcılaşıyor. Siyasetin, farklılıkları yönetme sanatı değil, kimlikleri birbirine karşı tahkim etme aracı haline gelmesi toplumsal bütünlüğü zedeliyor. Kimlikler, kendi başlarına birer değer olmaktan çıkıp siyasal kutuplaşmanın araçlarına dönüşüyor, ortak yarar, ortak gelecek fikri cılızlaşıyor. Daha da önemlisi ortak yaşama iradesi eksiliyor.

Üçüncüsü ekonomik kriz, yoksullaşma ve gelecek endişesi yayılıyor ve derinleşiyor. Yüksek enflasyon, gelir adaletsizliği, genç işsizliği ve sosyal güvencesizlik; yalnızca ekonomik göstergeler değil, aynı zamanda toplumsal huzurun da barometresi haline geldi. İnsanlar yalnızca bugünden değil, yarınından da kaygılı. Yatırım, üretim, tasarruf değil; savunma, kaçış ve idare etme davranışı hâkim.

Dördüncüsü siyasetin krizi. Siyaset seçim kazanmaya, seçim kazanma kimlik sayımına dönüştüğü, siyasetçinin yurttaşa değil partisine ve lidere bağlı olduğu bir siyasi kültür oluştu. Öğrenme, yeni inşalardan yeni fikirlerden beslenme özelliği kaybolmuş ve giderek sorunları çözme kapasitesini yitirmiş bir siyaset toplumsal itibarını ve güvenini kaybediyor.

Tüm bu karmaşa her gün daha da merkezileşen, daha da hesap........

© T24