menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Katliamlar ve otorite: Toplumdaki devlet algısı hayatı düzenleyen değil, denetleyen olarak şekillenmiş

37 15
27.01.2025

Diğer

27 Ocak 2025

Gündelik hayatın doğal ritmi dışındaki her olay felakete, her felaket bir katliama dönüşüyor.

Bir hafta önce sahte içkiden ölüm haberlerini ve ölü sayılarını izliyorduk. Neden ve nasıl olduğunu apaçık bildiğimiz ama kimin sorumlu, kimin yetkili, kimin suçlu olduğunu bilmediğimiz sahte içki meselesinde son haber 38 ölümdü. Şimdi Kartalkaya’daki yangını konuşuyoruz. Son bildiğimiz 79 ölüm. Yine neden ve nasıl olduğunu biliyoruz ama yetkilileri, sorumluları, suçluları bilmiyoruz.

Depremde de böyle olmuştu, orman yangınlarında, sel felaketlerinde, maden göçüklerinde de. Muhtemelen Kartalkaya yangını katliamından sonra da birkaç işletmeci ve yetkilisinin mahkemeye çıkarıldığı, seçilmiş ve atanmış kamu yetkililerinin cezasız kaldığı bir sürece tanıklık edecek ve bir dahaki katliama kadar gündemden çıkaracağız. Son bir yıl içinde yaşadığımız Yenidoğan çetesi olayı, yangın çıkan yatılı kız kuran kursu, İliç maden kazası, İzmir’de açıkta bırakılmış elektrik kabloları nedeniyle yağmurda ölen yurttaşlar gibi örnekleri çoğaltabiliriz.

Hemen tüm felaket ve katliamlarda hangi seviyede olurlarsa olsunlar görevlerini yapmayan kamu görevlileri, seçilmiş karar vericiler, kuralları aşmayı iş bilirlik olarak gören yükleniciler, iş sahipleri var karşımızda. Toplumsal zihniyetimizde bir temel özellik var. Toplumdaki devlet algısı hayatı düzenleyen değil denetleyen devlet olarak şekillenmiş. Öte yandan devletten ve denetlemelerden kaçınmak da maharet haline gelmiş, normalleşmiş. Seçilenleri, atananları ve hatta yurttaşlarıyla, hep birlikte hayata, memlekete ve giderek birbirimize karşı bu denli hoyratlık, saygısızlık, sorumsuzluk normalleşiyor belki de.

Gökçer Tahincioğlu’nun tespitiyle, “kutuplaşmadan gözü dönmüş, hafızasız bırakılmış bu ülkede denetim dediğin aşılması gereken bir engel sadece… Denetleyen de denetlenen de bu ülkenin kendine özgü kurallarını gayet iyi biliyor. Can kaybı belirsiz, yetkili belirsiz, denetleyen belirsiz, eleştiri bile yasak.”
Ortak iyiye, güzele, doğruya dair kabulleri ve duyguları kaybediyoruz. Tahincioğlu hafızasız bırakılmaktan söz etse de aslında hiçbir şey kaybedilmiyor. Aksine her şey toplumsal hafızaya kaydediliyor. Toplumsal hafızaya kaydedildiği için de felaketlere, katliamlara duyarsızlaşıyoruz.

Veri Enstitüsü’nün “Türkiye’nin Değişen Yüzü” araştırmasının en önemli bulgularından birinin değerlerin değil algı ve beklentilerin belirleyici gücüne dair olduğunu bu köşede yazmıştım. Bunun birkaç sebebi var.

Birincisi “değerler” dediğimiz toplumsal tutum ve davranışlardaki ortak “iyi, güzel, doğru” tanım ve kabullerimiz değişiyor. Fakat bu değişim siyasal ve kültürel kutuplaşmalar nedeniyle ortak ufku kaybetme süreciyle beraber geliştiği için toplumun farklı kesimlerinde farklı biçimde, yönde yaşanıyor.

İkincisi ise tam da önceki nedenle değerler siyasileşiyor. Teoride varsayılır ki insanlar kentleştikçe, eğitim ve gelir seviyeleri değiştikçe önce gündelik hayat pratikleri değişir. Sonra daha uzun sürede olsa da kültürel değerler de pratiklerdeki değişimi takip eder, kentli ve çoğulcu değerlere doğru dönüşür. Yeni değerlerin içselleştirilerek değiştiği varsayılır.

Fakat bizde........

© T24