menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Güvensizliğin gölgesinde siyaset: Geçen yıla kıyasla korku düzeyimiz yükseldi, peki neden?

61 75
04.08.2025

Diğer

04 Ağustos 2025

Korku, insan ruhunun en eski yol arkadaşlarından biri. Hayatta kalmanın, tehlikelerden sakınmanın doğal bir parçası. Ama insanlık tarihi, korkunun yalnızca biyolojik bir refleks değil, aynı zamanda toplumsal ve siyasal bir inşa olduğunu da gösterdi. Hele ki bu topraklarda...

Türkiye, yalnızca acılarla değil, o acıların üzerine örülmüş korkularla da yoğrulmuş bir ülke. Ve bugün siyaset, bu korkuları yalnızca temsil etmiyor; aynı zamanda yeniden üretiyor, şekillendiriyor, yönlendiriyor. Son yıllarda giderek daha fazla “İstikrar mı, kaos mu”, “Devlet mi, terör mü”, “Biz mi, onlar mı” ikilemlerinde sıkışan bir siyasal dil hâkim. Şunu biliyoruz, toplumlar bazen umutla, bazen korkuyla bir arada tutulur. Siyasi aktörler özellikle de iktidardaki zihni koalisyonun aktörleri bunu iyi biliyor. Toplumda güçlü bir “biz” yaratmanın iki yolu var, ya ortak bir hayale çağırmak ya da ortak bir tehdide karşı bir araya getirmek. Umutla örülen birliktelikler meşakkatli, uzun soluklu. Halbuki korku daha hızlı çalışıyor. İnsan zihni tehdit karşısında alarm durumuna geçiyor, sorgulamıyor, savunmaya geçiyor. İşte bu yüzden korku, siyasette daima işlevsel bir araç olmuş.

Üstelik Türk kimliğinin bir ana karakteristiği de güvenlik arayışı. Neredeyse 100 yılı aşan Osmanlı’nın parçalanışı sonrası, o güne kadar yurt belledikleri toprakları, bağı, bahçeyi bırakıp Anadolu’ya geri gelmiş insanların soyundan oluşuyor neredeyse toplumun üçte biri. O nedenle vatan kaybetmek gibi bir korku genlerinde var. Üzerine bugünün meseleleri de eklenince zaten korku siyaseti ve korku anlatısı için verimli bir zemin var.

Bugün Türkiye toplumu kaygılarda ve korkularda ortaklaşmış durumda. Veri Enstitüsü’nün “Türkiye’nin değişen yüzü” araştırmalarında birinci sıraya koyduğumuz bulgu buydu: Toplum kaygılarda ve korkularda ortaklaşırken korkular gündelik hayatta baskın hale gelmiş durumda. Bu bulgu ve tespiti önemsiyorum, çünkü bu durumun geçici bir araz, kriz değil kalıcı bir toplumsal değişime dair olduğunu da düşünüyorum.

Bireylerin kaygı ve korkuları hayata ve geleceğe karşı konum alışlarını, gündelik hayattaki tercih ve tepkilerini şekillendiriyor. Evlilik, çocuk sahibi olmak gibi konularda bile korkular belirleyici ağırlığa yükselmiş durumda.

Neredeyse 7-8 yıldır süren ekonomik tufan, pandemi, olağanlaşan depremler, seller, toprak kaymaları, orman yangınları, her gün daha da lümpenleşen toplumsal kutuplaşma, yayılarak sıradanlaşan gündelik hayattaki şiddet ve güvenlik kaygıları, dijital mecralarda artan belirsizlikler, korkuları besliyor. Diğer yandan bu not ettiğim her bir unsur bir diğerini besleyerek gündelik hayattaki korkuları ve bireysel savunma davranışlarına daha da karmaşık bir yapı kazandırıyor.

Ama asıl nedenin belirsizlik ve karmaşıklık esaslı bir karaktere dönmüş olan gündelik hayat ritmine karşı zihinlerimizin ve ruhlarımızın kendimizi savunmasız hissedişi olduğunu sanıyorum. Nitekim, “Genel olarak sizi en çok hangi kaynaklar korkuya sevk eder” sorusuna katılımcıların yüzde 60’ı, geleceğe dair belirsizlikler olduğunu belirtiyor. Bu bulgu, bireysel ya da toplumsal krizlerden ziyade, görünmeyen ve öngörülemeyen risklerin insanlar üzerindeki etkisini ortaya koyuyor. Bir başka önemli bulgu, “Geçen yıla kıyasla genel korku düzeyinizde bir değişim olduğunu düşünüyor musunuz” sorusuna yüzde 37 oranındaki katılımcı “Geçen yıla kıyasla korku düzeylerinin arttığını” beyan ediyor. Yetişkin nüfus içinde yaklaşık 25 milyon kişinin geçen yıla göre korkularının daha da arttığını anlıyoruz. Bu oran kadınlarda yüzde 43’e yükselerek dikkat çekiyor. Yaş ilerledikçe korkuların azaldığını söyleyenlerin oranı düşerken, 50 yaş üzerindekilerin yüzde 42’si korkularının arttığını ifade ediyor.

© T24