Aidiyet ve kök salmak: Mesele yalnızca ekmek kazanmak ya da güvenlik sağlamak mı?
Diğer
09 Haziran 2025
Ne yazık ki ülke siyasetin özünden uzaklaştığı, görüntünün özü örttüğü bir dönemden geçiyor. Bugün siyasal alanın öne çıkan karakteri, niyetin gerçekliği perdelediği bir iklimin egemenliği. Hayatın ve meselelerin gerekliliklerinden değil kimliklerden ve kutuplaşmalardan beslenen politikalar, muhalif ve farklı olmayı baskılayan uygulamalar, ötekileştirmelere yaslanan bir siyasal dil, yurttaşın güven duygusunu derinden aşındırıyor. Oysa yurttaş için esas olan, kendi hayatında neyin değiştiğidir.
Seçmenin siyasi tercihlerinin nasıl oluştuğu, hangi unsurların önemli olduğu gibi siyasal davranışlar üzerine oldukça fazla sayıda açıklama, tez, teori var. Elbette hemen tüm açıklamaların gerçekliğe değen bir tarafı var. Zaman, coğrafya ve kültür bağlamında farklılıklar olsa da bu teorilerin önemli oranda ortaklaştığı başlıklardan birincisi seçmenin önce kendi hayatı üzerinden meseleye baktığı. Bireysel yaşamın ihtiyaçları, talepleri, sorunları, algıları, beklentileri ortak hayata dair olanlardan önce geliyor kuşkusuz.
Birinci paragraf geçen haftaki yazımdandı. Ve evet, seçmen için, yurttaş için esas olan kendi hayatında neyin değiştiğidir.
İhtiyaç ve talepler sıralamasından bakılınca da öncelikli mesele bireyin hayatını sürdürme zorunluluğuna denk gelen motivasyonlar. Hanenin geçimi yani gelir seviyesi, temel ihtiyaçlarını karşılayabilme kapasitesi, eğitim, sağlık ve barınma dahil güvenlik ihtiyaçları öncelikli. Hane ve bireyin savunma stratejisi ya da hayatını her koşulda sürdürebilme, var olabilme stratejisini bu dörtlü belirliyor.
Memleketin ahalisi yoksulluğa ve hayat pahalılığına alışkın, direngen. Yeter ki az veya çok, bir hane geliri garanti olsun. Ama gelir yoksa hayat da yok. O nedenle örneğin seçmen tepkisinde belirleyici gücü daha fazla olan sorun hayat pahalılığı değil işsizlik. Miktarı ne olursa olsun, herhangi bir düzenli gelire sahip olamamak en önemli bireysel sorun ve kaygı kaynağı.
İkinci önemli unsur ise “başının üzerindeki çatının sahibi olmak veya olmamak” yani konut sahipliği. Özellikle de böylesi, belirsizliğin esas olduğu zamanlarda.
Veri Enstitüsü’nün son araştırmalarında hep karşımıza temel karakteristikleri benzer bir tablo çıkıyor. Birincisi, toplum umutlarda değil kaygılarda ortaklaşmış durumda. İkincisi, toplumdaki farklı tutum ve davranışları açıklayan en önemli unsur algı ve beklentiler. Duruma, memlekete ve meselelere dair algılar ve geleceğe dönük beklentilerdeki farklılaşmalar tutum ve davranışlardaki farklılıkları en güçlü açıklayıcı unsur artık. Üçüncüsü de algı ve beklentileri biçimleyen en önemli unsur konut sahipliği: Eğitim seviyesi, meslek sahipliği, iş ve çalışma durumu kadar ve bazı durumlarda onlardan da fazla önem kazanmış.
Üniversite gençliğinin son iki aydaki eylemliliğini analiz ederken not etmiştik: Gençlerin en büyük problemleri geleceksizlik, geleceğe dair bir umut taşıyamamaları. Ekonomik ve siyasi tufanların içine sıkışmış kalmak, toplumsal gerilimlerin giderek şiddete meyletmesi gibi bir dizi mesele nedeniyle gençlerin geleceğe dair umutları kırılmış, kaybolmuş durumda.
Gençler ve hatta yurttaşların çok büyük kısmı da belirsizlikler nedeniyle, umutlarının, hayallerinin sisler içinde kaybolduğu bir eşikte. Ekonomik kırılganlıklar, siyasal güvencesizlikler, toplumsal dalgalanmalar hayatlarımızı çepeçevre sarmışken, her bir birey için hayatta kalma refleksi yeniden şekilleniyor. Bugün mesele yalnızca ekmek kazanmak ya da asayiş bakımından güvenlik sağlamak değil. Araştırmalarımızın bulgularından anlıyoruz ki bugün mesele, yarı aç yarı tok da olsa, canlı kalmayı sağlayacak, tutunacak ve sığınılacak bir yer bulmak. Fırtınalar ve krizler yumağının içinde başımızın üzerinde ve bizim sahip olduğumuz ya da dışarıya atılmayacağımızdan emin olduğumuz bir çatının olması.
Belirsizliğin kol gezdiği zamanlarda insan, neyin peşine düşer? Huzurun mu, ekmeğin mi, anlamın mı? Aslında hepsi aynı noktada birleşir: Bir çatının altında, karnı tok ve güvende hissederek nefes alabilmek. Çünkü çatısı olmayan bir hayat yalnızca bugünün belirsizliği ve riskini getirmiyor, aynı zamanda geleceğe dair umutsuzluğu, köklenememe, yerleşememe, bir yere ait olamama duygularını da köpürtüyor. Kök salmak, sadece bir bitki metaforu değil; bir güvenlik, bir aidiyet, bir hayatta kalma refleksi de aynı........
© T24
