menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

"Terörsüz Türkiye" süreci: Neden barışın vaatlerini değil de şiddetin risklerini önümüze koyuyorlar?

45 2
28.07.2025

Diğer

28 Temmuz 2025

Terörsüz Türkiye adıyla kodlanan sürecin bugüne kadar olan adımlarında henüz toplumsal barış ya da demokratikleşme gibi söylem, hedef, açılım yok henüz. Bu aşamaya kadar süreci yürüten aktörler açısından bir zihni mutabakat olduğu söylenebilir. Nitekim DEM milletvekili Cengiz Çandar Apaçık Radyo’daki söyleşisinde “Bu süreç ile varacağımız nokta Kürt sorununun çözümü değildir; bu, Kürt isyanının sona ermesidir” dedi ve bu noktadan sonrasına dikkat çekmeye çalıştı.

Şimdilik siyasi aktörler ve temsilcileri arasında geçen bir süreç izliyoruz. Henüz toplum sahneye davet edilmediği için de sürecin toplumsal uzlaşmaya ve barışa evrilmesi şimdilik temenni düzeyinde. Toplum süreçte olmadığından meseleye bakışına dair elimizdeki tek ipuçları yayınlanan araştırmalar.

Rawest ile İstanpol Enstitüsü işbirliğiyle yapılan araştırmada sürece toplumsal destek üçte ikiye varmış (yüzde 64.4) durumda. Bulguların detaylarına baktığımızda Kürtlerde destek yüzde 81, Türklerde ise yüzde 60 mertebesinde. Ancak sürecin gidişatını başarılı bulanlar yüzde 41.7 oranında; Kürtlerde yüzde 55 iken Türklerde yüzde 38.

Ankara Enstitüsü’nün Panorama TR araştırma dizisinin bulgularına göre de toplumun üçte ikisinden fazlası (yüzde 69) sürece olumlu bakıyor. Toplumun yüzde 46’sı PKK’nın silahsızlandırılması sürecinin bugüne kadarki gidişatını başarılı buluyor.

Peki, memleketin geçmişi ve geleceğinde bunca ağırlığı olan bir meselede silah yakma aşamasına gelinmiş, toplumun üçte ikisi de süreci destekler hale gelmişse, neden meydanlarda hâlâylar, horonlar görmüyoruz? Neden sokaklarda, pazarlarda gülen yüzler, geleceğe umutla bakan gözler yok hâlâ? Neden ekranlarda konuşanlar hâlâ umutla, coşkuyla değil de tehditle, korkutmayla konuşuyorlar? Ve neden hâlâ barışın vaatlerini değil de şiddetin risklerini önümüze koyuyorlar? Ya da neden barışın vaadi gibi bazı mahcup söylemler toplumun bir kısmında daha da büyük infiale, korkuya neden oluyor?

Çünkü temel mesele güvensizlik. İktidara, PKK’ya, siyasi partilere, Meclis’e, kurumlara, kurallara ve esas itibarıyla olan bitene, gidişata ve geleceğe güvensizlik. Toplumun üçte ikisi ve hatta biraz daha fazlası süreci destekliyor ama başarılı bulanlar henüz yarıya bile ulaşmamış. Kimimiz iktidara, kimimiz PKK’ya, kimimiz siyasi aktörlere, kimimiz dış güçlere ve hatta bazılarımız da kim olduğunu bilmediğimiz ama nerede olduklarını bildiğimizden emin olduğumuz bazı derin yapılara güvenmiyoruz.

Daha önemlisi ve daha çok dertlenmemiz gereken ise şu, birbirimize güvenimizi kaybettik. Yani güven meselemiz yalnızca sürece dair değil hayata, memlekete ve birbirimize dair. Hangi araştırmayı yaparsak yapalım, artık şunu biliyoruz, bu memleketin ahalisinde, her on kişiden ancak birisi gündelik yaşamında tanıştığı ve ilk temas kurduğu anda muhatabına güvenerek ilişkiye başlıyor. Gençlerimiz ülkenin geleceğine güvenmiyor, kendi geleceğini hayal edemiyor, her beş gençten dördü “bu ülkede çocuk yetiştirilmez” önermesine onay veriyor.

Esasen güven ne yalnızca bir duygu ne de basitçe kurulup sürdürülebilecek bir ilişki. Bazen bir sokakta düşürülen bir cüzdanın sahibine dönmesi, bazen devletin verdiği sözlerin tutulması, bazen de bir markanın krizdeki tavrıdır güveni inşa eden... Ama aynı zamanda, en çok eksikliğinde fark edilen, kaybolunca geriye yalnızca mesafe, şüphe ve yorgunluk bırakan bir bağ.

Bireysel hayatlarımızdaki ilişkilerden öte toplumsal güveni kaybettiğimizde ise korkularımız artıyor, ortak yaşama irademiz de eksiliyor. Aklımızı da ruhumuzu da paranoyalar, kuşkular, endişeler kaplıyor. Veri Enstitüsü’nün Veri Pusulası araştırma dizisinde bu ay korkuları araştırdık. Bulgulara gelecek hafta değineceğim ama şu kadarını söyleyeyim, ortak yaşama dair korkular hiç bu denli yüksek ve bu denli bireysel yaşama dair korku ve beklentileri de baskılar, belirler hale gelmemişti.

İçinden geçtiğimiz dönemde yalnızca bireyler değil devlet de kurumlar da siyaset de güven arıyor. Ve belki de bu nedenle her zamankinden daha fazla, “güvenmenin”,........

© T24