menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Körler Ülkesi’nden bizim memlekete: Bugün git, yarın yine gelirsin

30 7
sunday

Diğer

T24 Haftalık Yazarı

13 Temmuz 2025

H.G. Wells’in 1904 yılında kaleme aldığı “Körler Ülkesi” (The Country of the Blind), yalnızca bir bilimkurgu hikâyesi değil, aynı zamanda insan doğasının, toplumsal normların ve farklılıklar alegorsinin evrensel bir yansıması. And Dağları’nın kuytusunda, görme yetisini nesiller öncesinde kaybetmiş bir topluluğun yaşadığı izole bir vadiye düşen Nuñez’in öyküsü, bireyin toplumla çatışmasını, farklılığın lanetini ve uyumsuzluğun bedelini anlatır. Birey toplumunu kendi içinde taşıyan, yürüyen ve düşünen bir nesne olduğu için bu tür hikayeler bireyi doğrudan etkileyen çünkü bizzat bireyin içinde türeyişini sürdüren toplumların yarattığı toplumsal olanla ilgili hikayeler olarak varolur. Her birey gibi Nuñez de görme yetisiyle vadinin kralı olabileceğini sanırken, körler tarafından bir deli, bir anormal olarak görülür. Doğrunun bir tane olması onu doğru kılmaya yetmez çünkü. İnsanoğlu için bir şeyin ya da durumun doğruluğunu belirleyen şey onun etrafında toplayabildiği çoğula bağlıdır. Demokrasi? Değil tabii. Dünyanın en kalabalık ülkesi Hindistan’da ineklere tapılıyor olmasının sebebi de bu. Oysa Nuñez’ın gözleri, vadinin karanlığında bir lütuf değil, bir yüktür. Bu hikâye aslında bizim toplumumuzun da tarihsel ve kültürel dinamikleriyle kusursuz bir biçimde örtüşür; bireyin toplum karşısındaki yalnızlığı, farklılığın reddi ve normlara uyma baskısı, Türkiye’nin toplumsal serüveninin de bir başka biçimidir. “Körler Ülkesi”ni Türk toplumuyla kesişen bir aynaymış gibi elimize aldığımızda birey-toplum çatışmasından, farklılıkların ortaya çıkma biçimlerine, farklı olanın dışlanmasına, izolasyonun gölgesinden, algıdan öznelliğine kadar, Wells’in hikâyesinin Türk toplumunun ruhunda da yankılandığını görürüz.

Nuñez’in vadisi, bir anlamda Türk toplumunun tarihsel ve sosyolojik vadileridir. Osmanlı’dan Cumhuriyet’e, kırsaldan metropole, gelenekten moderne uzanan bu uzun yolculukta, Türk toplumu çok zengin bir çeşitliliği kucaklamış ve bütün bu farklılıklara karşı da inatçı kör bir direnç göstermiştir. Nuñez’in görme yetisi, onun vadideki en büyük hazinesi olabilecekken, körler için bir delilik işareti olarak kalmıştır. Türk toplumunda da bireysel özgürlükler, yenilikçi fikirler ya da alışılmadık yaşam tarzları, sıklıkla bir tehdit, bir yabancılık olarak algılanmıştır. “Körler Ülkesi” sadece bu yüzden bile yalnızca bir hikâyenin değil, bir milletin, insan ırkının ruhunun da öyküsüdür. Nuñez’in vadideki ilk anları, bir yabancının Türk toplumuna adım attığında hissettiği o ilk şaşkınlığa benzer. Osmanlı’nın son yüzyılında, Batı’dan gelen yenilikler—matbaa, modern eğitim, kadın hakları—toplumun bazı kesimlerinde hayranlık uyandırırken, diğer kesimlerde bir rahatsızlık, bir yabancılık hissi yaratmıştır. Tanzimat Fermanı (1839), bireysel hakları güçlendirme vaadiyle gelirken, geleneksel düzenin bekçileri bu yenilikleri bir sapma olarak........

© T24