menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Patronu yok, holdingi yok, şefi yok, tarikatı yok: Express, Roll ve Bir+Bir

22 1
09.07.2025

Diğer

09 Temmuz 2025

Derya Bengi

Bazı dergiler sadece okunmaz, yaşanır. Express ve Roll da her sayısında heyecanlı bir yaşam vaad eden ve patronu, holdingi, şefi olmayan ama ilkesi, haysiyeti ve meslek ahlakı olan bir yayıncılığın somut örnekleriydi. Bu dergiler, geleneksel ideolojik çizgilerin ötesine geçerek faşizmin bunaltıcı atmosferinde hem popüler kültürle sol düşünceyi buluşturdu hem de müzik yazarlığını tarihsel ve siyasal bir dile dönüştürdü. Okurlarının vicdanına nasıl ses olduğuna tanıklık etmek isterseniz Express’in tüm dergilerine ulaşabileceğiniz linki aktif.

Roll, müzik yazarlığını yalnızca türlere değil hafızaya, duygulara, entelektüel tahayyüle açan bir dil kurdu. Express ise politik kültür dergisi kimliğiyle hem gündelik hayata hem mücadeleye aynı anda dokunmayı denedi. Derya Bengi, hem o dergilerin çekirdeğini kuranlardan biri hem de bu hafızayı hâlâ diri tutan bir tanık.

Bugün sosyal medya çağında yayıncılığı “karakola imza veren denetimli serbestlik” gibi tanımlıyor çünkü ona göre artık herkes sürekli “tasdik, teyit ve fav” peşinde. Ama o hâlâ Roll’un PDF’lerinin indirildiğini söylüyor: “Çünkü orada ChatGPT’nin henüz bilmediği şeyler var.”

Bu söyleşi, hâlâ matbaa kabuslarıyla uyanan bir yazarın yanıtları eşliğinde kolektif belleğin izini sürüyor...

- Express ve Roll sadece dergi değil, adeta bir manifesto gibiydi: Mülksüz, hiyerarşisiz, gönüllülük temelli. Sence böyle bir yayın modeli nasıl ortaya çıkabildi? Hangi tarihsel-sosyal dinamikler bu özgün formu mümkün kıldı?

Manifesto sözcüğü kopuş, başlangıç gibi kavramları çağrıştırıyor, protesto sözcüğüyle de güzel kafiye yapıyor. Bunlar sahiden de 1994’ün ocak ayında Express’in çıkışında belirleyici kavramlardı. Derginin ilk kapağındaki manifestosu şöyleydi: “Patronu yok, holdingi yok, şefi yok, tarikatı yok. İlkesi var, haysiyeti var, meslek ahlakı var. Sırtında yumurta küfesi yok, sorumluluk duygusu var!” Express, daha önce Nokta, Ekonomik Panorama, EP (Ekonomi Politika) gibi dergilerde çalışan ve sermayeye bağımlı yayıncılığın dar sınırlarıyla itişen bir grup gazetecinin tahayyülüydü. 90’lı yıllarda büyük basın, “medya” namı altında şehir merkezi dışındaki korunaklı plazalara adım atmıştı, reklam pastasından aldıkları pay objektif gazeteciliğin temel ilkelerine iyice baskın çıkmıştı. Bu gidişata duyulan tepki Express’i doğurdu denebilir. Ben şefsiz, hiyerarşisiz çalışma ortamının doğrudan tanığıyım, o ilk günlerde biraz çaylaktım, 80’lerde Nokta, Yeni Gündem, Sokak gibi dergilerin iyi bir okuru olmaktan başka ciddi bir tecrübem yoktu, ama yine de eksikliğim yüzüme vurulmadı. İlk yılın ortalarında, daha ziyade pratik işleyişe dair sebeplerle dergi içinde tartışmalar yaşandı, ayrılan ayrıldı, ama çekirdek muhafaza edildi. Otuz yılın ardından, bu çekirdekten halka halka genişleyen kadro bugün hâlâ dijital ortamda faaliyet sürdürüyor. Gerçi arada epey dur-kalk yaşadık. Fransız şarkıcı Renaud “Bu daha başlangıç, mücadeleye devam” sloganına şerh düşerek “Bu bir mücadele, başlangıca devam” der. Bizimki de o hesap.

- Express’in “politik kültür dergisi” kimliği, o dönemde tam olarak neyi ifade ediyordu? Sol düşünce ile popüler kültür arasında köprü kurmak nasıl bir denge ya da gerilim yarattı?

Express için Yeşilçam’ın senaryo rekortmeni Bülent Oran’la söyleşi yaptığımda, birkaç sayımızı gözden geçirip bana “Yahu bu dergi mizah dergisi değil ama aranızda herkes mi mizahçı be kardeşim?” demişti. Express, Roll, Bir Bir kendiliğinden kendi dilini yarattı. Sonuçta iyi arkadaştık, bizi zevklerimiz besliyordu, körle yatan şaşı kalkıyordu. Büroda sabahtan akşama kâh Cartel, kâh Bob Dylan, aynı şeyleri dinliyor, klavyenin tuşlarına takada tukada aynı iştiyakla basıyorduk herhalde. Pek çok yazar, basın emekçisi ve eli kalem tutan okurdan gönüllü yazı, yorum, vitamin ve moral desteği gördük. 2 Temmuz’un acılarına, Zapatistaların mücadelesine bakıyor, dünyayı anlamaya ve elbette değiştirmeye çalışıyorduk. Bir örgütümüzün, partimizin olmadığına bir tek DGM savcılarını inandıramıyorduk. Hoş, olsaydı ne olacaktı? Bizim dikkat ettiğimiz ve hassas davrandığımız şey solun ortak zeminini, ortak değerlerini, asgari müştereklerini koruma isteği,........

© T24