18. İstanbul Bienali: 3
Diğer
28 Ekim 2025
“1969, Vincennes Üniversitesi. Rüya Üniversite (…) Shakespeare Komedileri. Yaz Gecesi Üniversitesi."
Hélene Cixous
“Tehlikenin yükseldiği yerde/selamet de yaklaşır.”
Friedrich Hölderlin
18. İstanbul Bienali üzerine yazdığım üçüncü yazının ayağının sanatsal ve sanatçılarla üçüncü ayak olduğunu ilk yazımda söylemiştim. Bu bakımdan Bienalin önce tarihsel ve sonra kavramsal ayaklarının yanında, şimdi sanatsal ve sanatçılarla ilgili olan üçüncü ayaktaki saptamalarımı söylemek ve sorularımı sormak istiyorum. Bu bakımdan daha evvelki bazı İstanbul Bienalleriyle yine bir kıyaslama yaparak başlıyorum.
Önce bir hatırlatma: 1997 yılında İspanyol, Katalan küratör Roza Martinez 5. İstanbul Bienalini yaptığı sırada şunu ileri sürmüştü. Yüzde altmışın üzerinde kadın sanatçıların olmasını. Uluslararası Feminist bir bakışla Bienali yaptığını söylemekteydi. Böylece Feminizm, genelde önce bir kadın sayısına indirgenmiş vaziyette ele alınmıştı. Ve aynı zamanda kadını bir öznellik biçimi olarak da göstermek istencindeydi. 2001 yılında ise 7. İstanbul Bienal’inin küratörü Yuko Hasegawa “Ego” sorununu ele alıyordu: Ego-kaç. Yani öznenin kimliksizleşerek çoğalmasına teknolojik olarak da dokunuyordu. Bugünün kimlik taleplerinden çok uzaktı: Ne bireysel ne etnik ne dini ne de cins kimliği. Kimliksizleşme (bilerek ve isteyerek), sanatsalın ve siyasalın yol açıcı ve ileriye dönük olanıydı.
Bugüne kadar yapılan İstanbul Bienallerine sanatsal olarak bakıldığında, sanatçıların seçiminde “evrensel” bir bakış öne çıkartılıyordu. Avrupalı, Amerikalı, Afrikalı, Asyalı sanatçıların birlikte ele alındığını gözlemliyorduk. Sanat dünyasının sanatçıları, kıtaları birbirleriyle rekabet haline sokmadan birlikte ele alınan sergiler yapmaktaydılar. 1950’li 1960’lı yılların Batı merkezli yapılanmasına karşın 1989 Berlin duvarının yıkılması sonrasında Doğu Bloku sanatçıları bu evrenselliğin içine girmişlerdi. Yine Tienanmen sonrası Çinlileri bu evrenselin içinde gördük.
Bu sene Trienal gibi üç seneye yayılan ve “Üç Ayaklı Kedi” başlığı altında gerçekleştirilen 18. İstanbul Bienali’nin sanatçılarına bakıldığında ise kadın veya erkek ayrımı yapılmaksızın, ağırlıklı olarak Orta Doğulu bölge sanatçılarının katıldığını gözlemleyebiliyoruz. Bu anlamda, 18.İstanbul Bienali; Afrikalı, Latin Amerikalı, Avrupalı ve Amerikalı sanatçılardan da tek tük katılımlar olsa bile ve her ne kadar bazı sanatçılar doğal olarak diaspora sanatçıları olarak Batılı şehirlerde oturmakta olsalar da, dikkat çekici olarak, belki de İstanbul Bienali bu sene ilk defa bir “coğrafi bölge” bienali olarak ele alınmakta.
5. İstanbul Bienali ile başladığım kıyaslamaya dönersem, Feminizmin dünyada, bilhassa 2017 sonrasındaki etkinliğinin ne de inter-seksiyonun (kadın ve siyah) yeri bu bienalde söz konusu. Bunları ele almak elbette şart değil; ama 1970’li yılların önemli kadın düşünürlerinden birisi olan Helene Cixous’un “kadınlar sekstekstlerini göstermekteler” cümlesinin dikkat çeken kavramsallığının bugün yerini sormak da meşru bir soru gibi görünmekte bana. Seks ve Tekst (cinsel ve metinsel) arasında bileşik-kelime olarak ortaya çıkan bu kavram hem özgür yazıya hem de ifadenin bir cins kimliği üzerinden ele alınmasına dayanmaktaydı. Ve Freud’un cinsellik anlamında kullandığı gibi “kadın zaten siyahtı”: Kadın siyahtı ve güzeldi.
Bölge bienali gibi bir bakış bu anlamda kendisini belki insan-sonrası döneme ait olarak ortaya koymakta; ancak hayvan ve insan arasındaki geçiş içinde erkek ve kadın arasındaki fallusmerkezcilik (fallokratizm) bugün o kadar gündemdeyken,........





















Toi Staff
Gideon Levy
Tarik Cyril Amar
Stefano Lusa
Mort Laitner
Robert Sarner
Andrew Silow-Carroll
Constantin Von Hoffmeister
Ellen Ginsberg Simon
Mark Travers Ph.d