menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

18. İstanbul Bienali: 2

13 3
21.10.2025

Diğer

21 Ekim 2025

Küratör Christine Thomé

“Geçmişi hatırlayamayanlar onu tekrar yaşamaya mahkumdurlar”.

- George Santayana

Televizyonuma bakın. Bir hokkabazım.
Beni örnek alın ve beni taklit etmeyin”.

- Jacques Lacan

Tarihi bir şekilde bugünkü 18. İstanbul Bienal’ine baktığımızda, kavramsal çerçevenin içinde parçalanmış, aksamış, bir ayağı eksik olan sıkıntılı bir dünya ortamı çıkıyor karşımıza. Önden arkaya gelip, geriye doğru dönüp bakmak lazım sanki. Nereden geldik ve buradayız? Bugünün dünyasının kavramsal çerçevesini besleyen teorik bakış içinde buraya nasıl geldik?

Her tarafta, Batı-dışı olarak adlandırılan ve Batı’nın tam olarak ne olduğunu açıklayamayan bir bakış ile kimliklerin ayağa kalktığı bir dünya içindeyiz: Kimliklerle birlikte, bilgi düşmanlığı, tarihin silinmesi ve bir kenara atılması, düşünceye ve demokrasiye bir nefret, duyguların uluorta serilmesi, teknoloji hayranlığı, ırkçılık, yabancı düşmanlığı, hoyratlık, ötekinin yok edilmesi ve kendilerine benzeyenlerle özdeşlik. Evrensel ve demokrasi ile insan hakları üzerinden gelişemeyen burjuvazi-sonrası teorik bir çerçeve, tarihi ve hatta sanat tarihini bir kenara bırakarak, direnme modellerini sunmaya girişen sanat söz konusu ve bu başka bir çerçeveye yerleşmeye başladı.

Yerel, bölgesel ve tikel olan ön plana çıkmaya başlıyor. Kimlikçi siyaset ve sömürge sonrası söylem ile ekoloji yan yana işlemekteler. Biri doğanın katledilmesiyle alakalı ama diğeri sosyal bir inşanın parçası olarak işlemekte. Her şey sosyal bir inşa olarak kabul edilebilir: Cinsiyet, cinsellik bile, vb. Ancak doğanın yok edilmesi zaten ana sorunun içindeki parçacıkları içine aldığı için en önemlisidir. Tarihin kavramsal ve mücadele çerçevesi ise oldukça verimliydi: İfade ve adetlerde özgürlük, her türlü özgürleşme hareketi (kadınlar, azınlıklar, eşcinseller), hayatı dönüştürme hareketleri (aile, delilik, okul, arzu, normların reddi, ihlal zevki). Bunlar neredeyse tamamen unutuldu.

David Cooper’ın 1975 yılında “anti-psikiyatri” konuşmaları arasında söylediği geliyor aklıma: Sadece içimizdeki “Üçüncü Dünyayı” değil, “gerçek Üçüncü Dünyayı” da özgürleşme mücadelesi içinde görmeliyiz. Bugün sadece kimlikleri düşünerek kurucu ve baskıcı sistemlerin eleştirisinden uzaklaşmış bulunuyoruz. Kimlikleri değil, kimliksizleşmeyi tekrar düşünme zamanıdır. Evrensel ile kimliksizleşmeyi düşünme zamanını ıskalamamak.

Küratör Christine Thomé’nin ilk toplantısında ileri sürdüğü gibi, bu bienal ile “bölgeye” yönelik bir bienal söz konusu edilmekte. Bir evvelki yazımda da yazmış olduğum gibi bir bölge coğrafyası öne çıkarılmakta. Tarih arka planda ve........

© T24