menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Neden Hep “Tam Kazandık” Derken Kaybediyoruz?

24 0
14.02.2025

Yakın tarihimiz hep iyi başlayıp kötü bitiren akımların serencamıyla doludur. Yakın tarihte iyi başlayıp, iyi bitiren hareketlere rastlamak da oldukça zordur. Bundan mütevellit, “Neden hep iyi başlayıp kötü tamamlıyoruz?” sorusu Müslüman her bir gencin zihnini öyle veya böyle meşgul etmiştir. Aslında sadece bu soru da değil; “Dünyada salahı getirecek, ahirette felahımızı sağlayacak değerlere sahipken neden iki cihan saadetimizi temin edecek bir medeniyet kuramıyoruz? Dahası, bırakın medeniyet kurmayı neden değerlerimize uygun yönetimler dahi inşa edemiyoruz? Değerlerimiz üzerine ve değerlerimiz adına kurulduğunu iddia eden devletler, neden umduklarımızı bize bir türlü veremiyor? Neden adaleti başka medeniyetlerin insafına bırakıyoruz da adaleti Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde arıyoruz? Kendimiz bir araya gelmek varken, neden her şeye rağmen konuşabilme ve ortak değerlerde bir arada olabilme örneği olarak Avrupa’ya imreniyoruz? Gelişmek için değerlerimize dönerek kendi yolumuzu çizmek yerine, neden pozitivizmin esiri olup ne gelişebiliyor ne de değerlerimizle var olabiliyoruz?” gibi ahvalimize dair nice sorular saatler belki de günlerimizi almıştır.

Bu can yakıcı ve bir o kadar da can sıkıcı soru ve sorunlara yakın tarihte, Müslümanlar tarafından siyasi, ilmî, iktisadi, içtimai, irfani pek çok farklı cevap verilmiştir. Tarihin üstesinden gelemediği bu tür devasa soruları, bu yazıda çözmek elbette mümkün değildir. Lakin bu soruların odak noktalarına dair zihnimi kurcalayan hususları, yer yer tekrar olma pahasına da olsa zikretmek ve bunların muhtemel sebepleri üzerinde beyin fırtınası yapmak da lüzumsuz bir iş olmasa gerektir.

Kanaatimce her Müslümanın, bilhassa gencin zihnini meşgul eden bu soruların temelinde şu dört sebep yatıyor: kendinden ve dünyadan kopuş (yabancılaşma), değerler hiyerarşisinin alt üst oluşu (ilkesizlik), düşüncede ufuk darlığı (tefekkürsüzlük), bilgiye itibar etmeme-cehaleti yüceltme (basiretsizlik).

1. Bütün bu sorular, aynı zamanda şu iki temel girdabın içinde boğuştuğumuzun da bir göstergesi: bunlardan biri kendimize diğeri ise dünyaya yabancılaşma. Kendimize yabancılaşmak sadece kendi öz değerlerimizi unutmak yahut göz ardı edip başka değerleri benimsemek değildir. Bunun da ötesinde kendi değerlerimizin içini boşaltmaktır. Kalıpla beraber özü korumak yerine özü atıp sadece kalıbı korumaktır. Dahası, değerlerimizin kalıplarını korurken içini boş anlamlarla doldurmaktır. Belki de en tehlikeli sorunlardan biri de budur. Aslında biz değerlerimizin kalıplarını koruduğumuzu sanırken sadece onu değil, kendimizi de içten içe kemiriyoruz, değerlerimize ve kendimize yabancılaşıyoruz. Böylelikle kalıplarımıza hapsoluyoruz. Bu kendine ve kelimelere hapsoluşla beraber, dünyaya da yabancılaşıyoruz. Kendi sığı anlam dünyamızın dışında insanlığın yararına olan bir değerin var olamayacağı vehmine kapılıyoruz. Bizden başkasına fikir hakkı tanımıyoruz. “Her sorunun cevabı bizde! Başkası cevap üretemez.” hezeyanına düçar oluyoruz. Bu, bir yandan bizi dünyadan uzaklaştırıp, bugünü anlamamızı engellerken diğer yandan ise anlam arayışında olan başkalarının değerlerimizle arasına girip engel koymuş oluyoruz.

2. Düşünce boyutundaki bu yabancılaşma ve hapsoluş, değerler hiyerarşisinin alt üst oluşunu yani bir tür ilkesizlik hâlini beraberinde getiriyor. İlkesizlikten söz ederken yalnızca ilkeleri........

© Stratejik Düşünce Enstitüsü