Türk Kelebek
Cemil.
Polisti.
İstanbul işgal edilmişti, Damat Ferit hükümeti Türk polisini işgal kuvvetlerinin emrine vermişti, Gülhane Parkı’nda kahırla devriye geziyordu.
Fransız üniformalı üç Senegal askerinin bir Türk kadınına sarkıntılık ettiğini gördü, güpegündüz, alenen, kadının orasına burasına el uzatıyorlardı, kurtulmaya çabalayan kadın çığlık çığlığa yardım istiyordu, hiç tereddüt etmeden müdahale etti ama, işgal askerleri tüfeklerine davrandı, e başka çare yoktu, çekti belindeki tabancayı, trak trak trak, üçünü de vurdu, biri öldü, ikisi ağır yaralıydı. Cemil kaçmadı. Teslim oldu.
Üniformasıyla tutukladılar.
Fransız işgal kuvvetlerinin Kumkapı’daki hapishanesine tıktılar.
1919 itibarıyla İstanbul’u tam ortadan paylaşmışlardı, Avrupa yakasına Fransız askerleri, Anadolu yakasına İngiliz askerleri hakimdi, penceresinden İstanbul Boğazı’na her baktığında İngiliz zırhlılarının top namlusunu gören padişahımız efendimiz zat-ı şahane hazretleri, Dolmabahçe Sarayı’nın bombalanmasından korkup, Yıldız Sarayı’na taşınmıştı, İkinci Mehmet’in fethettiği İstanbul’da Altıncı Mehmet’in zavallılığı bu seviyedeydi, topraklarımızdan çoook önce bunların ruhu teslim olmuştu.
Cemil’i altı ay Kumkapı’daki Fransız hapishanesinde tuttular, 1920 yılının hemen başında işgal kuvvetleri mahkemesine çıkardılar, güya yargıladılar, müebbet kürek cezasına çarptırdılar, ayaklarına pranga vurup, gemiye bindirdiler, uzuuun bir yolculukla, taa Güney Amerika’ya, “şeytan adası” olarak bilinen Fransız Guyanası’na gönderdiler.
Firar edilmesi imkansız bir hapishaneydi.
Yeryüzü cehennemiydi.
Cemil’e bir kimlik numarası verdiler, 45090, mahkum kıyafetine işlemişlerdi, o günden itibaren sadece o numaradan ibaretti, ismiyle değil bu numarayla hitap ediyorlardı, Cemil artık ismi-milleti-dini meçhul bir insandı.
★
Cemil tee on bin kilometre uzaktaki “şeytan adası”na gönderilirken, İngiliz istihbaratının İstanbul’da işbirlikçi Türkler ve yerli Rumlardan oluşturduğu casusluk ağı vardı, kod adı Kara Jumbo’ydu, yüzbaşı John Bennett yönetiyordu, mükemmel seviyede Türkçe konuşuyordu. Kuran tefsiri yapabilecek kadar Arapçaya hakimdi, Türk-İslam örfünü adetlerini çok iyi biliyordu, örtülü görevlerde Müslüman gibi görünmek için sünnet bile olmuştu, Kroker Oteli’ni karargah olarak kullanıyordu, Pera Palas’ın yakınındaydı, bodrum katı işkence merkeziydi.
İstanbul’daki üst düzey İngiliz casusları ise, albay Nelson tarafından yönetiliyordu, Ramiz bey takma adıyla tanınıyordu, Şişli’de bir apartmanı karargah olarak kullanıyordu, o da tıpkı yüzbaşı Bennett gibi pürüzsüz Türkçe konuşuyordu, suikast, sabotaj, Anadolu’da ayaklanma örgütlemek, albay Nelson’ın işiydi.
Esir şehir İstanbul’un sokaklarında, İngiliz, Fransız, İtalyan, Amerikalı, Yunan, Cezayirli, Senegalli, Faslı, Hintli, hatta Japon askerleri devriye geziyordu, canları kimi isterse, onu tutukluyorlardı, canları kimi isterse, onu kurşuna diziyorlardı.
İstanbul’un fethi mesela, İstanbul’u fethettiğimizden beri, 1453’ten beri ilk kez kutlanmıyordu, işgal kuvvetleri komutanlığı tarafından yasaklanmıştı.
Fener Rum Patrikhanesi’nin kapısına çift başlı kartal armalı Bizans bayrağı çekilmişti, patrik efendi Bizans bayrağı taşıyan otomobille dolaşıyordu.
Ramazan ayında, İngiliz topçusunun iftar topuyla oruç açılıyordu!
★
Şeytan adası’na götürülen polis Cemil çoktaaan unutulmuştu, başlarda kaçmaya teşebbüs etmişti ama, nafile olduğunu kavramıştı, artık kendisi de........
© Sözcü
