menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

26 Ağustos’tan utanır insan...

552 0
26.08.2025

İstanbul, Ege, Akdeniz işgal altındaydı, Karadeniz’de yer yer işgal müfrezeleri vardı, Anadolu’nun dışarıya açılabilen tek penceresi İnebolu’ydu.

Büyük gemilerin yanaşmasına müsait bir limanı yoktu, iskelesi bile yoktu, bu durum hem dezavantaj, hem avantajdı, yeraltı teşkilatımız Mim Mim Grubu tarafından İstanbul’dan kaçırılan silah ve cephane, takalarla İnebolu açıklarına getiriliyor, gecenin simsiyah karanlığında kayıklarla kıyıya taşınıyordu, bu coğrafi zorluk, işgal zırhlılarının da kıyıdan uzakta kalmasını sağlıyordu.

Bir takamızın geldiği haber edildiğinde, İnebolu halkı, genç yaşlı, kadın erkek demeden sahile koşuyordu, sandıklar elden ele, omuzdan omuza taşınıyor, evlere istifleniyor, üzerleri muşambayla örtülüyor, kağnı konvoylarıyla Anadolu’ya sevk edilene kadar başında nöbet tutuluyordu.

İnebolu’yla Ankara arasındaki eski çağlardan beri kullanılan 340 kilometrelik kervan yolu, Küre Dağları ve Ilgaz Dağı’nın adeta geçit vermeyen güzergahı, milli mücadelenin şah damarıydı, nefes borusuydu.

Mustafa Kemal “gözüm cephede, kulağım İnebolu’da” diyordu. Boşuna demiyordu... Kağnı konvoylarımız, uçsuz bucaksız insan seli, tek sıra halinde akıyordu. Kağnıya sığmayanları sırtlarında taşıyorlardı, yavaş yavaş adım atarken, top mermilerinin ağırlığıyla öne doğru eğiliyorlardı. Hemen hepsi kadındı. Rengarenk eteklikli yöresel kıyafetler, çiçekli şalvarlar giyen bu kadınlarımızın bazıları, sırtlarına sarılı yükleriyle beraber, kucaklarında emzikli bebeklerini taşıyorlardı. Bazılarının arkasında, minik adımlarla takip eden küçük çocuklar vardı. Kocaları cephede vuruşan kahraman kadınlarımız, annelerimiz, kız kardeşlerimiz, sağanak yağmur demeden, kar fırtınasına aldırmadan, Küre Dağları’nı böyle aşıyorlardı.

İngiliz kadın yazar Ann Bridge, milli mücadelenin romanını yazmak üzere Anadolu’ya gelmişti, 1921 yılında İnebolu-Ankara hattını kağnılarla beraber bizzat yürüyerek geçti, Nilüfer ve Feride isminde iki yurtsever Türk kadınının hikayesini anlattı, “The Dark Moment, Karanlık An” isimli romanını yazdı.

O romanında gözlemlerini nasıl aktarıyor biliyor musunuz... “Sonsuz bir insan seli” diyor, “sonsuz bir insan seli, birbirlerinden 1.5 metre aralıklarla tek sıra halinde akıyordu, taşıdıkları tüfek demetleri, cephane kutuları ve top mermilerinin ağırlığı altında öne doğru eğilmişlerdi, daha şaşırtıcı olanı, bu insanların dörtte üçünden fazlası kadındı, pembe eteklikli yöresel kıyafetler ve parlak çiçekli, kiraz renkli şalvarlar giyen bu kadınların bazıları, sırtlarına sarılı yükle beraber, kucaklarında emzikli bebeklerini taşıyorlardı, bazılarının arkasında ise, kaygan çamurda kısa adımlarla yürüyen iki veya üç küçük çocuk bulunuyordu, böylece, bir gece önce İstanbul’dan kaçak olarak gemiyle gelen askeri malzeme, Küre Dağları’nı aşıyordu.”

Fransız kadın gazeteci Jean Chiliquelin de tıpkı İngiliz kadın yazar Ann Bridge gibi, 1921 yılında bu hattı yürüyerek geçti, gözlemlerini kaleme aldı.

“Sırf kadınlardan oluşan öyle kafilelere rastladım ki, doğrudan doğruya sırtlarında obüs sandıkları taşıyorlardı, kocaları cephelerde dövüşen bu kadınlar, ne siyasi bir akıma tabi olmuşlardı, ne de koyun sürüsüydüler, mükafat beklemiyorlardı, şükran sözü de beklemiyorlardı, bu halkı böylesine harekete........

© Sözcü