Fotoğrafçının Vicdanı
Fotoğraf, yalnızca ışığın izini sürmek değildir; bazen insanın en çıplak, en savunmasız hâlini gözler önüne sermektir. Bu nedenle deklanşöre her basış, teknik bir karardan önce, vicdani bir muhakemeyi gerektirir. Çünkü biz, sadece görüntüleri değil; zamanın içindeki insanlık hâllerini arşivliyoruz.
Yoksul bir çocuğun gözlerindeki buğuyu, gözyaşıyla karışmış bir annenin haykırışını, çaresizce boşluğa bakan bir yaşlının yüz çizgilerini gördüğümüzde elimiz titrer. Bu titreme, teknik bir şey değildir. Bu, insan olmanın ağırlığıdır. Tam da burada fotoğrafçının vicdanı devreye girer. Çünkü o anlarda objektife bakan gözler değil, ruhlardır. Ve biz, o ruha ne yaptığımızdan da sorumluyuzdur.
Bir acıyı belgelemek ile onu teşhir etmek arasında ince ama derin bir fark vardır. Fotoğrafçının ustalığı yalnızca ışığı, açıyı, kompozisyonu bilmekle ölçülmez; ne zaman çekip, ne zaman geri çekileceğini bilmekle anlaşılır. Bazen bir fotoğrafın eksikliği, onun........
© Sonsöz
