Bir Anın Sonsuzluğu: Deklanşöre Basmak Ne Zaman Gerçekleşir?
Merhaba sevgili dostlar,
Fotoğraf, çoğu zaman “anı yakalamak” olarak tanımlanır. Ama ben bu ifadeye hep mesafeli durmuşumdur. Çünkü bir anı yakalamak, onu sahiplenmek ya da dondurmak gibi bir hissiyat yaratıyor insanda. Oysa ben inanıyorum ki; fotoğraf, bir anı sahiplenmekten çok, o âna tanıklık etmektir.
Ve bu tanıklığın başladığı an, deklanşöre bastığımız andır — ama sadece parmağımızla değil, kalbimizle bastığımızda…
Deklanşör…
Bir makine parçası gibi görünse de, aslında bir iç sesin, bir duygunun, bir sezginin dışa vurumudur.
Bazen bir bakışı saatlerce beklersiniz. Bazen ışığın düşüşünü izlersiniz.
Ama o “an” gelir, ve içinizden bir şey “şimdi” der.
İşte o an, zamanın içinden sıyrılmış bir sonsuzluktur.
Zaman, genelde kronolojik olarak akar. Dakikalar, saniyeler, saatler… Ama fotoğrafçının iç dünyasında zaman böyle işlemez. Orada zaman; hisle, yoğunlukla, farkındalıkla akar. Bazen bir an, saatler gibi sürer; bazense bir saat, bir karenin içinde eriyip gider.
Bazı kareler var ki, çekerken hissettiğiniz o duyguyu yıllar sonra bile hatırlarsınız.
O fotoğraf artık size ait değildir sadece. O bir zamansızlıktır.
Bir hatırlayış, bir sezgi, bir içe dönüş anıdır.
Benim için deklanşöre basmak, bir kapıdan geçmek gibidir.
Bazen bir çocuğun bakışında geçerim o kapıdan,
Bazen bir kadının alnındaki yorgunluk çizgisinde.
Bazen yağmurda ıslanan taş bir duvarda,
Bazen........
© Sonsöz
