Sinkonta ile tango
Bu hafta izninizle yine yan dalım olan “boğazlar meselesi” ne dönüyorum.
Başkentte kısa süreli ve sert yağmurlar bahçeleri coşturuyor. Geceleri açık hava muhabbetlerinde insan bir hırkayı omuzlarına almak istiyor.
Pazarcı tablaları da fiyatlar hariç bahara selam duruyor adeta ve zerzevat daha bir lezzetle doluyor. Domatesler daha bir kırmızı, kabaklar daha yeşil, biberler daha çıtır.
Çilingir hücresinin değişmez elemanı kavun, önce çan, ezan ve hazzan’ın kenti Antakya’dan sonra da Kırkağaç’tan kalkıp gelmiş pazara. Hoş geldin, özledik, gözlerimiz yollarda kaldı demeliyiz. Doludan etkilenmemiş kirazlar, kayısılar ve şeftaliler de kızaracak, ballanacak.
Günler uzuyor ve akşam sofra hazırlıkları da bundan nasibini alarak daha bir keyifli oluyor tabii.
Efendim bugün benim usul, bizim İzmir’den lezzetli mi lezzetli bir yemek/meze tarifini sizinle paylaşmak istiyorum. Sinkonta’yı siz de bir akşam dostlarla kurduğunuz çilingirinize konuk edin de görün işvesini, cilvesini.
Bir de sofranıza gençleri davet edin ki; tatsınlar, öğrensinler.
Sinkonta da etimolojik olarak bir Balkan lehçesi tadı var gibi. Bir yazıda bahsedilmişti; Arnavut göçmenler kendi aralarındaki mızmız, gıcık ve cimri tiplere sinkonta derlermiş.
Ama gelin biz, lezzete odaklanalım.
Efendim herkesin kendi usulünde sinkontası var. Benim usulde malzemeler (iki-üç kişilik);
İki-üç adet kabak, bir orta boy soğan, üç-dört diş sarımsak, üç-dört adet hafif irice domates, birkaç adet yeşil ince biber,........
© soL
