Şeker Bayramı ve çocukluğumun İzmir’i
Malum bugün 1 Nisan 2025 ve şeker bayramının son günü. Aslında önceki tarihlerde yazdığım bir yazıya yeni ilavelerle bir bayram yazısı üretme gayretindeyim. Çok uzun yıllardır bayram sevinçlerimizi yitirdik. Daha doğrusu öyle bir konjonktürden geçiyoruz ki; akşam yattığımız memlekette sabah uyanamıyoruz. Neyse ki bu portaldaki usta yazarları okuyarak yaşadıklarımızı anlamaya çalışıyoruz.
Yaşamakta olduğumuz bayramın ismi ile ilgili bir hatırlatmada bulunmak isterim. Ulusal Bayramlar ve Genel Tatiller Hakkında 27 Mayıs 1935 tarihinde kabul edilen 2739 sayılı Kanunu bilmek icap eder. Bu kanunun ikinci maddesinin D fıkrasına göre bu bayramın adı Ramazan Bayramı değil Şeker Bayramıdır. Ta ki, 12 Eylül 1980 faşist darbesi sonrası Kenan Evren 17 Mart 1981 tarihinde 2429 sayılı kanun1 ile değiştirene kadar.
Gelelim esas muradım olan Çocukluğumun İzmir’indeki Şeker Bayramlarına2. Yazıda ismi geçen tüm büyüklerim ne yazık ki vefat ettiler. Sevgili ablam Sevil Şahinkaya hayatta ve ailemden yadigâr olarak İzmir’deki baba ocağımızı tüttürüyor. Var olsun.
***
Basın emekçileri sık bir biçimde meydan ve sokaklarda adamın burnuma mikrofonu dayayıp sorarlar: Eski bayramlar nasıldı? diye.
Burada kritik kavram eski belki de. Peki, kime göre eski?
Bana göre eski olan, rahmetli babama göre eski miydi? Ya da, yine bana göre eski olan biricik kızım Asya için yüzyıllık bir öykü mü? Bu ve benzeri soruları çokça türetebilir ve günün hay huyu içinde gözden kaçırabiliriz.
Gerçekten de filmi geriye sarınca, bakın o tozlu raflardan ya da kıvrımları ütülenmiş zihinlerimizden, hatta unutulmuş hüzünlü öykülere konu olan beyaz önlük yakalarımızı, babalarımızın plastik balinalı yakaları olan kol düğmeli sakız gibi beyaz Frenk gömleklerini betona döndüren Atlı Kola ile kolalanmış zihnimde neler kalmış?
Bir zamanlar, doğup, büyüdüğüm, çocukluk bayramlarını ve ilk gençlik yıllarımı yaşadığım, Gavur İzmir’in şeker bayramlarında şort ya da pantolon ceplerimiz, sarı yirmi beş kuruşluklar ve bakır on kuruşluklar ve akide şekerlerinin ağırlığını taşımakta zorluk çekerdi.
Henüz 2,5 liralıklar bizim gibi memur ailesi çocukların rüyalarına bile giremezdi.
Şort ya da pantolon dediydim ya az önce. Sadece armağan ağırlığından değil. Bir de asfalt Osman’ın asfaltlayarak henüz kıyıma uğratmadığı arnavut kaldırımı yollarda, çocukluk sakarlıkları nedeniyle sık sık takılıp düşerdim. Pantolon ise kumaş delinir; şort ise dizlerim yaralanırdı. Dizler paralandı ise Bayramyerindeki Ödemiş Eczanesinde kalfa Reyhan abla basardı tentürdiyodu ve üflerdi çok yakar diye.
Eğer kumaş delindi ise de rampadaki Terzi Şakir amcanın dıştan takma motorlu Singer makinesi hallederdi.
Her ikisi de güya eve gelmeden önce ahaliye çaktırmamak için tasarlanan operasyonlardı.
Ne terziydi ama Şakir Usta. Biryantinli saçları her daim taralı, omuzunda mezuro ile dolaşan o sakız beyazı gömlekleri kömür ütüsü ile ütüleyen bir usta idi. Frenk gömlekleri üzerinde kuşgözü kadar bir leke bile oluşmazdı kömür ütüsüne rağmen.
Terzi Şakir’in az altında Bakkal Erol Abi. Hani yaz aylarının pazar sabahları Kuşadası, Çeşme, Foça, Mordoğan’a burunlu Magirus otobüslerle mahalle gezisi düzenleyen Erol Bakkal.
Dükkânın köşesinde bulunan Akasya ağacı altındaki seyyar kara tahtaya beyaz tebeşir ile gezi ilanını büyük harflerle yazardı imla hatasız. Mahalle ahalisinin her türlü yiyecek ve içecek çıkını ile pazar sabahı gezisi için 05.30’da içtimaa çıktığı geziler. Bu, aile gezilerine ayrıca değinilmeli aslında. Belki de bir sözlü tarih projesi olarak o geziye katılanların son temsilcileri ile röportajlar yapıp anıları, kayıt altına almalı onları kaybetmeden.
Bakkal Erol abi, Çeşme’nin Ildırlı köyündendi.........
© soL
