menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Nereden nereye?

13 10
24.10.2025

Ülkemiz neredeyse her konuda bu soruyu soracak hale getirildi. Cumhurbaşkanlığı yapanlara baktığımızda da bu soru geçerli oluyor.

İlk Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Paşa, ülkeyi düşmandan temizleyip padişahlığa son verince, başka ülkelerde yaşandığı gibi kendini kral ilan etmiyor; halk egemenliğine dayalı Cumhuriyet rejimini kuruyor. Kendi iktidarını sürekli kılmak için değil, hilafet ve saltanat yerine halk egemenliğini işlevsel hale getirecek dönüşümlere (devrimlere) imza atıyor. Laiklik, bilimsellik ve "Yurtta barış ve dünyada barış" gibi anlayışların geçerli olduğu, tarikatların kapatıldığı bağımsız ve saygın bir ülke yaratıyor. Çağdaş evrensel değerlere sahip çıkıp Ortodoks kilisesinden camiye dönüştürülmüş olan Ayasofya’yı müze yapıyor. 1934’te Soyadı Kanunu kabul edildiğinde TBMM ona, halk egemenliğini gerçekleştirmek için yaptıkları nedeniyle, "Atatürk" soyadını uygun görüyor.

Atatürk ölünce, Kurtuluş Savaşı paşalarından İsmet İnönü Cumhurbaşkanı seçiliyor. İ. İnönü, ağırlıklı olarak 1946’da çok partili rejime geçmeye karar verene kadar, kendi iktidarını sürdürmek için değil halk egemenliğini işlevsel kılacak kararlara imza atıyor. Hasan Ali Yücel’in arkasında duruyor, kültür ve sanat alanında atılan adımlara, köy enstitülerinin kurulup yaygınlaşmasına, 4936 sayılı Üniversite Kanununun çıkmasına destek veriyor. Ancak çok partili düzene geçme kararı verdikten sonra, ABD ile yaptığı anlaşmalar ya da iktidarı kaybetme korkusuyla mı nedendir tutum değiştiriyor; toprak ağalarına ve gericilere taviz veriyor. Dört solcu akademisyenin, 1948’de kabul edilen bir yasayla kadrolarının iptal edilmesiyle meslekten çıkarılmalarına, köy enstitülerin niteliğinin bozulmasına ve ilkokullara seçmeli din dersi konmasına göz yumuyor. Verdiği tavizler onu kurtarmaya yetmiyor: 1950 seçimlerini Demokrat Parti (DP) kazanıyor.

DP’liler, Kurtuluş Savaşı’nda önemli hizmetleri olan ve Atatürk’ün son başbakanı Celal Bayar’ı Cumhurbaşkanı olarak seçiyor. C. Bayar, başbakan Adnan Menderes’in hemen hiçbir gerici/piyasacı kararına ve “Her mahallede bir milyoner yaratılması” ve “Odunu aday gösterse milletvekili seçileceği” gibi söylemlere karşı çıkmıyor. NATO’ya üye olma ve bunun için Kore’ye asker gönderme, köy enstitüleri ile halk evlerini kapatma, imam hatipleri ayrı okullar olarak değil de ortaokul ve lise niteliğinde açma, tarikatlara taviz verme, "Vatan Cephesi" kurulması, demokratik anlayışa köstek olunması ve Anayasaya aykırı olarak "Tahkikat Komisyonu" oluşturulması gibi olumsuz gelişmelere de karşı çıkmıyor. Cumhuriyetle hesaplaşma alttan alta o dönemde filizleniyor.

27 Mayıs 1960’da, DP’yi devirip iktidara el koyan ve kendilerine "Milli Birlik Komitesi" (MBK) adını veren askerler, iktidarı uyaran bir mektup yazıp izine çıkmış olan Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Cemal Gürsel’i devlet başkanlığına getiriyor. Başbakanlığı ve Savunma Bakanlığını da üstlenen C. Gürsel zamanında, kapatılan DP'nin milletvekilleri tutuklanıp yargılanıyor. DP’ye yakın durdukları düşünülen, subaylar emekli ediliyor, 147 akademisyen meslekten çıkarılıyor ve bazı Kürt ağalar sürgüne gönderiliyor. Aynı C. Gürsel, bir gurup akademisyeni yeni bir Anayasa hazırlamakla görevlendiriyor, siyasal tutukluları serbest bıraktırıyor, kapatılmış gazeteleri yeniden açtırıyor, emekli Orgeneral Ragıp Gümüşpala’nın DP’lileri bir araya getiren Adalet Partisi’ni kurmasına izin veriyor. Yassıada Mahkemesinin 15 idam kararını MBK’da ancak üçe indirebiliyor, Milli Birlik Komitesi içinde Alpaslan Türkeş’in başını çektiği diktacı gurubun yurt dışına sürülmesini, TBMM’de kabul edilen yasaların anayasaya uygunluğunu denetleyecek Anayasa Mahkemesi’ni (AYM) kuran yeni Anayasa’nın halkoyuna sunulup kabul edilmesini ve 10 Ekim 1961’de seçim yapılıp sivil yönetime geçilmesini sağlıyor. Bu arada Cumhuriyet devrimlerine sahip çıkmaya çalışılırken, DPT, Devlet İstatistik Enstitüsü ve TÜBİTAK kuruluyor, 5 Ocak 1961 tarih ve 222 sayılı İlköğretim ve Eğitim Kanunu kabul ediliyor. Seçim sonrasında oluşan TBMM onu Cumhurbaşkanı olarak seçiyor. Hastalığı nedeniyle 1966’da görev yapamayacak hale geldiğinde, TBMM onu görevden alıyor ve Genelkurmay başkanlığından emekli olup senatör1 yapılan Orgeneral Cevdet Sunay’ı Cumhurbaşkanı olarak seçiyor.

C. Sunay için, “Kritik bir dönemde, bulunduğu mevki sebebiyle sorumluluk üstlenmiş ve aldığı kararlar Türk siyasetine yön vermiştir2 şeklinde düşünenler olsa da, onun Türk siyasetine verdiği tek yön, gericilik oluyor. 1965’te başbakan olan Süleyman Demirel boşuna, “Beş yıl, Cumhurbaşkanı Sunay ile rahat çalıştık. Birbirimizi anlıyorduk. Çankaya ile hükûmet arasındaki bu uyum Türkiye'ye pek çok şey kazandırmıştır" demiyor (Milliyet, 28 Mart 2020). C. Sunay, gerici S. Demirel hükümetleri ile 12 Mart 1971’de kurulan faşist Nihat Erim hükümetlerinin hemen hemen tüm gerici icraatlarını destekliyor. Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın idamları için canla başla çalışıyor. Yetinmiyor, “Memleketin geleceği bunlara (ABD karşıtı gençlere) teslim edilemez. On yıl sonra bunlar işbaşına geçecekler, Ülkeyi perişan ederler... bunlara güvenemeyiz. Onun için laik okullara karşı imam hatip okullarını alternatif olarak düşünüyoruz. Devletin kilit mevkilerine bu okul mezunlarını yerleştireceğiz”

© soL