menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Güncel siyaset üzerine düşünceler

13 1
tuesday

Türkiye’de muhalefetteki siyasi partilerin Meclis içinde temsil edilenlerinden kaçı gerçek bir siyasi parti gibi davranabiliyor? İktidar partisinden/partilerinden söz etmiyorum. İktidar koalisyonunun özellikle siyasal İslamcı kanatları -siyasi etik sorunları tavan yapıyor olsa da- hedeflerine duraksamadan militanca yürüyen hareketler. Milliyetçi kanadı ise “şaşkınlar” ve “siyasi ikbal düşkünleri” kategorisine girer. Küçük muhalefet partileri açısından da olumlu bir değerlendirme yapmak güç. İktidar partisinden kopmuş ama 2023 seçimlerinin tarihi fırsatıyla kapağı yeniden Meclis’e atmış olanlar ise yeniden koptukları mahfille pazarlık peşinde. Muhalefetin en büyük partisi açısından ise kuşkularımı geçenlerde yazıya dökmüştüm. (Birgün Pazar, “Parti Olamamak”, 23.02.2025). Ama gelişmeler, bu konuya devam etmem gerektiğini gösteriyor. Çünkü anamuhalefetin insan/siyasetçi malzemesi zaman zaman hangi süreçten geçildiği tam kavranamayacakmış gibi işaretler veriyor.

Anamuhalefet, örtük bir IMF programı uygulayan bugünkü iktidarın karşısına halkın çıkarlarını koruyan gerçek bir alternatif programla hiç çıkamayacakmış gibi de davranıyor. 7 Mart tarihli Sözcü’den (s.6) aktaralım: Avrupa Sosyalist Partisi’nin çağrısıyla Brüksel’de düzenlenen ve sosyal demokrat liderlerin, devlet başkanlarının katıldığı Avrupa Birliği Konseyi Liderler Toplantısında Özgür Özel şunları söyleyebiliyor: “Avrupa’nın bugün Türkiye ile birlik olması, Türkiye’yi yanına çekmesi lazım. İktidara geldikten sonra ışık hızıyla Kopenhag kriterlerini hayata geçirip AB üyeliğini elde etme stratejimiz var”. Bir öğrenememek süreci midir? AB Türkiye’yi tam üye olarak görmek istemiyor; bunu defalarca resmi kayıtlara da geçirdi. Kopenhag kriterlerini kabul edip daha demokratik bir yönetim kuracağından dolayı görüşünü mü değiştirecek? Bunun arkasında, AB’nin Türkiye’yi demokrasiden uzaklaştığı için dışladığı yanlış değerlendirmesi var. Oysa tam tersine AB çevreleri bu durumdan bahane üretmek için yararlanıyor sadece. (Bu konuda daha önce yazmıştım: Birgün Pazar, “CHP Hâlâ AB Pazarlıyor”, 22.09.2024). Gerçi şimdilerde iktidar İngiltere dahil Avrupa savunma güvenliği bakımından Türkiye’nin Avrupa ile yakınlaşmasının kaçınılmaz olacağı üzerinden yeni bir hamle geliştirme peşinde. Bunun AB’de demokratik bir açılımdan daha fazla ilgi göreceği muhakkak.

Öte yandan sözlerin içeriği daha vahim. AB’nin 1994’te Doğu Avrupa ülkelerine doğru genişlemesi öncesi oluşturulmuş 1993 tarihli Kopenhag Kriterleri’nin, (özellikle yeni üye ülkelere) neoliberal piyasa düzenlemelerini dayatan, ülkelerin bağımsız ekonomik politikalar oluşturmalarına izin vermeyen, topluluğun tarım politikalarına uyum sağlamayı emreden kurallar bütününü sorgusuz sualsiz kabullenmek de ne oluyor? Ama “Altılı Masa”nın sermaye merkezli ekonomi programı ile aranıza kesin bir mesafe koyamayınca, Kopenhag’dan da kurtulamıyorsunuz tabii… Öte yandan Kopenhag Kriterlerinin demokrasi ayağının uygulanabileceği bir ortam ve bir Birlik ne kadar ayakta kalabilecektir, sağ rüzgarların estiği Avrupa ülkeleri “liberal demokrasinin” beşiği olma iddiasını şeklen bile ne kadar devam ettirebileceklerdir sorularının yanıtları bugün artık tamamen belirsizleşmişken!

Keza, karşısında militan bir dava partisi varken, anamuhalefet partisi siyasetçileri iktidar partisi siyasetçileriyle ilişkileri iyi tutma saplantısından hiç kurtulamayacakmış gibi görünüyorlar. Gene 7 Mart tarihli Sözcü’de (s.9) bu defa “TBMM Bebek Ölümleri ve Özel Sağlık Kuruluşları Araştırma komisyonu” toplantısından diyaloglar aktarılmış. Komisyon başkanı AKP’liyi eleştirirken........

© soL