menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Çürüme ve bencillik

18 1
11.12.2025

Pek çok insanın yazının başlığına bakınca okumadan geçeceğini biliyorum, bu sevimsiz meseleden hepimiz çok bunaldık. Ama gözlerimizi kapattığımızda gerçeklik kaybolmuyor ve Kemal Okuyan’la geçtiğimiz pazartesi soL TV’de yaptığımız çürüme konulu tartışmanın sürdürülmesi gerektiğini düşünüyorum.

Söz konusu tartışmada da değindik, bencilleşme ile toplumsal çürüme arasında çok güçlü bir ilişki var. Kendi adıma bu ikisinin ayrı olgular değil aynı olgunun (sırasıyla) bireysel ve toplumsal yönleri olduğunu düşünüyorum.

Açayım…

Kapitalizm, üç yüz yıl gibi insanlık tarihinin tamamı söz konusu olduğunda göz açıp kapayana kadar geçen bir sürede insan emeğinin üretkenliğini, milyonlarca yıllık tarihin tamamında yaşanandan daha fazla artırdı. Bu eğilim başlangıcındaki sanayi devrimi sırasında çok hızlı olmakla beraber, devamında da sürdü ve eşitsiz biçimde de olsa dünyanın tamamına yayıldı, yayılmaya devam ediyor. Gerçekten de, Marx ve Engels’in Komünist Manifesto’da saptadığı üzere sermayedar sınıf “üretim araçlarını devrimci bir biçimde dönüştürmeden kendi varlığını sürdüremiyor.”

Bu yaratılan zenginliğin sadece sermaye sınıfının elinde kalması, orta sınıflar ve emekçi sınıflarla hiç paylaşılmaması, zenginliğin kaynağı olan kâr, üretilen metaların piyasada satılması sonucunda elde edildiği için zenginlik artışını da frenleyecek büyük bir krizle sonuçlanırdı. 1929 yılında yaşanan Büyük Buhran bu zorunluluğun ekonomik tecrübesi olmuştu, Sovyetler Birliği’nin varlığı ise Birinci Dünya Savaşı’ndan itibaren bu çelişkinin nasıl bir sistemik tehdit yarattığını gösteriyordu.

Kapitalistler zor öğrenir. Önce bir dünya savaşı daha çıkarttılar ve sosyalizmin yarattığı sistemik tehdit Berlin’e kadar dayandı. Devamında kapitalizmin merkezindeki emperyalist ülkelerde devlet müdahaleleri yoluyla emekçi sınıfların yaşam koşullarında gözle görünür bir iyileşmenin sağlandığı “refah devleti” dönemine girildi. Bunu yaklaşık on yıllık bir faz farkıyla, Türkiye, Arjantin gibi ikinci kuşak kapitalist ülkelerde de bir sanayileşme atılımının ve emek üretkenliğinde ciddi artışların yaşandığı “planlı kalkınma” yılları takip etti. Tüm bunların sonucunda, 1970’lerin ortalarından itibaren sermayenin neoliberal karşı saldırısı başladığında birinci kuşak kapitalist ülkelerde toplumun neredeyse tamamı, ikinci kuşak kapitalist ülkelerde ise önemlice bir kısmı “insanca” olarak tanımlanabilecek bir refah düzeyinde yaşar hale gelmişti.

Neoliberalizm bu eğilimi kısa sürede tersine çevirip emekçi sınıfları mutlak anlamda yoksullaştırmadı; bu hem bir siyasi felaketle hem de piyasa küçülmesinden kaynaklı ekonomik krizle sonuçlanırdı. Yapılan şey, zenginlik artışı sürerken sermayedar sınıf dışındaki sınıfların bu artıştan aldığı payın düşürülmesi ve bunun sonucunda ortaya çıkacak olan........

© soL