Sisler denizi altında Alman romantizmi
Önceki yazılarda Fransa’da 1848 yılına kadar geldiğimiz, önemli resimleri ve Romantik akımı ele aldığımız bir seyir izledik. Bu tarihten sonra Fransa’da Realizm etkili olmaya başlayacağı için oraya geçmeden Romantizmde biraz daha kalıp Avrupa’nın Fransa dışı örneklerini inceleyeceğiz. Böylece farklı modernleşme dinamiklerinden geçen ülkelerin yarattığı koşullara bakıp bu farklı koşulların sanatçıların imgelerini nasıl etkilediğini görmek anlamlı olacaktır.
1800’lerde Fransa erken kapitalistleşmiş, sınıf savaşımlarıyla işçilerin toplumsal kazanımlar elde ettiği ve sonunda burjuvazinin siyasi iktidarı aldığı önemli bir ülkedir. Bir diğer erken kapitalistleşen ülke olan İngiltere’yi daha sonra ele alacağız. Bu yazıda ise, aynı yıllarda henüz ulusal birliğini sağlayamamış Almanya’ya odaklanacak ve 19. yüzyılda Almanya’nın neye benzediğini, ruh halini ve Alman Romantizmini anlamaya çalışacağız.
19. yüzyıl Almanya’sının ruh hali denince akla Caspar David Friedrich’in “Sisler Denizi Üzerindeki Gezgin”i geliyor. Türkçeye nedense daha çok Bulutlar Üzerindeki Yolculuk olarak çevrilmiş. Bu çeviri hem orijinal ismine göre (Der Wanderer über dem Nebelmeer) doğru değil hem de sisler denizi altında hayal edeceğimiz bir Almanya görseli, anlatacaklarımıza daha uygun olacağı için tercih edeceğimiz bir çeviri.
Resimde sırtı seyirciye dönük, koyu yeşil paltolu, elinde bastonu ile kızıl saçları rüzgarda dalgalanan ve sisler altında bir manzaraya bakan adam, bir taraftan hayalperest bir taraftan melankolik bir imge oluşturur. Bu resim sanatçının kendine özgü romantik tarzını iyi yansıtmakla birlikte Almanya’nın felsefi düşüncesi ile ilgili de güçlü bir alegori sunar.
Hegel’in fikirleriyle özdeşleştirebileceğimiz, erken 19. yüzyıl Alman felsefesini ortaya çıkaran koşullar şöyleydi: 1789’da Fransız Devrimi, ardından Napolyon’un tekrar iktidara gelerek toprak almak üzere seferlere çıkışı, Avrupa’da siyasi dengeleri bozucu bir etki göstermiş ve özellikle 1815’te Viyana Kongresi’yle sonuçlanan Napolyon Savaşları, Britanya Krallığı, Avusturya, Prusya, Rusya gibi güçlü devletler arasında yeni ittifaklar oluşturmuştu. Viyana Kongresinde başkanlık görevi üstlenen Avusturya şansölyesi Klemens Wenzel Lothar von Metternich, Avrupa’yı federatif bir yapıda tutarak her bölgeye bir Avusturyalı Prens atayıp bütün Avrupa’yı Avusturya’nın yönetiminde bir güç haline getirmeye çalışmıştı. Ve bu planda, güçlü devletlere savaş açmak dışında Almanya’nın bağımsız bir ülke olarak ortaya çıkmasına imkân yoktu.
Dolayısıyla zorunlu olan gerçekleşecek, 1871’de Prusya’nın Fransa ile savaşı sonucu III. Napolyon düşecek ve bir taraftan Fransa’da Üçüncü Cumhuriyet tetiklenirken diğer taraftan Almanya’nın ulusal birliği sağlanacaktır. Bu kısma Fransa cephesinden baktığımız bir yazıda tekrar değineceğiz.
Sonuçta 19. yüzyılın başlarında Almanya, Viyana Konferansıyla birlikte içinde Prusya ve Avusturya gibi güçlü devletlerin de olduğu 39 siyasal birime bölünmüş bir yapıdaydı. Fransa’dan yayılan özgürlük, eşitlik gibi düşünceler henüz Alman işçi sınıfını ayağa kaldırmamış ve Marx, dönemin etkin felsefi düşüncesi olan Hegel’in diyalektiğini ayakları üzerine bastırmamıştı.
1818’de Caspar David Friedrich, “Sisler Denizi........





















Toi Staff
Gideon Levy
Tarik Cyril Amar
Stefano Lusa
Mort Laitner
Robert Sarner
Mark Travers Ph.d
Andrew Silow-Carroll
Constantin Von Hoffmeister
Ellen Ginsberg Simon