Yeni-Osmanlıcılık: Hayaller ve gerçekler
Bir dış politika yönelimi olarak mantıksal sınırlarına AKP tarafından taşınmış olmakla birlikte yeni-Osmanlıcılık bir AKP icadı değildir, kökenlerini Türk sağının erken dönemlerinde aramak ve oradan AKP’ye uzanan bir hat çizmek gerekir.
Milli Mücadele’nin ardından cumhuriyeti kuran kadroların dış politika yönelimi Mustafa Kemal’in veciz bir şekilde ifade ettiği haliyle “Yurtta sulh, cihanda sulh” ilkesi üzerine kuruluydu. Yıkılan bir imparatorluğun yerine ve bir ulusal kurtuluş savaşıyla kurulan Türkiye, dış politikada maceralara girişmeyi ve emperyal fantezileri reddediyor, görece özerk ve dengeli bir dış politikayı benimsiyordu. Bunun tek istisnası Hatay olmuş, bölgesel ve uluslararası konjonktürün de yardımıyla Hatay’ın 1939 yılında Türkiye’ye katılması sağlanmıştı.
“Osmanlı bakiyesi topraklarda yeniden nüfuz elde etme ve bir hegemonya kurma, bunun neticesinde de fiilen ya da resmen sınırların genişletilmesi arayışı” olarak özetleyebileceğimiz yeni-Osmanlıcılığın, adını doğrudan böyle koymasa bile ilk uygulayıcısı Menderes iktidarıydı. Menderes döneminde yeni-Osmanlıcılık hem Cumhuriyet’le hesaplaşmanın hem de antikomünizmin bir aracı olarak kullanıldı. Menderes, Soğuk Savaş atmosferinde, bölgede ABD’nin taşeronluğu altında Suriye ve Irak’a dair emperyal birtakım hayaller görüyor, hatta buna uygun savaş planları yapıyordu. Ancak Sovyetler’in sert çıkması ve ABD’nin de bu çıkışı görüp Menderes’i dizginlemesi, bu hayallerin gerçekleşmesini engelleyecekti.
Türk sağının Menderes’ten sonra gelen isimleri de hep “Büyük Türkiye” hayalleri gördüler. Burada Büyük Türkiye ile kastedilen, sanayileşmiş, kalkınmış, kişi başına düşen milli geliri yüksek, müreffeh, gelir dağılımının görece adil olduğu bir ülke değildi. Türk sağı olanca hamasetiyle yeniden fetih rüyalarının peşinde koşuyor, Osmanlı’yı yeniden diriltmek yeniden cihanşümul bir devlet olmak gibi söylemler kitleleri bir fantezi evrenine dâhil etmenin ve etki altına almanın aracı olarak görülüyordu.
1970’ler boyunca Demirel’in dilinden “Büyük Türkiye” sözü hiç düşmedi; hatta yaptığı konuşmalardan ve açıklamalardan derlenen bir kitaba “Büyük Türkiye” adı verildi. Erbakan’ın ve Milli Görüş hareketinin temel sloganlarından biri “Yeniden Büyük Türkiye’ydi” ve Milli Görüş partilerine göre Osmanlı, yeniden dönülmesi gereken bir “altın çağ”ı temsil ediyordu. Aynı şekilde Türkeş de sürekli Büyük Türkiye’den bahsediyor, başta komünistler olmak üzere iç ve dış mihrakların Büyük Türkiye’yi engellemek adına Türkiye’ye tuzaklar kurduğunu ama kendilerinin bu tuzakları bir bir bozduğunu ileri sürüyordu.
Türk sağının yeni-Osmanlıcı büyüme hayallerinin gerçek olabileceğine inandığı dönem 1980’lerin sonu, 1990’ların başı oldu, dönem reel sosyalizmin çözüldüğü ve SSCB’nin yıkıldığı dönemdi. Özal’ın Körfez Savaşı’nda Bush’la işbirliği yaparak “bir koyup üç alma” arayışı yeni-Osmanlıcılığın ete kemiğe bürünme arayışını sembolize ediyordu. Aynı........
© soL
