Hayatın çatallandığı yerler
Belirli bir yaşa gelen insan hayatın basit ikilem veya ikiliklerden ibaret olmadığının farkına varır. Yaşarken, ak ve kara arasında grinin pek çok tonuyla karşılaşır. Hayat çoğu zaman karmaşıktır. Eğriyi doğrudan ayırmak emek ister.
Geçen hafta yaşanan iki olay bana bu gerçeği anımsattı. Her ikisinde de ne düşüneceğime hemen karar veremedim. Kıbrıslı Türklerin kullandığı deyimle “ikide kaldım”.
İki olayın ortak noktası İsrail’le ilgili olmaları. Emperyalizmin eni konu çirkinleştiği bir dönemde yaşıyoruz. Bu çirkinliğin zirve noktası ise salt İsrail’in yaptıkları değil, o yapılanları tepkisizce seyreden, daha doğrusu çoğu zaman el altından kimi zaman da açıkça destekleyen Avrupa, Ortadoğu ve uyarına göre her iki şemsiyenin de altına sığışabilen Türkiye’deki sermaye sınıfı iktidarları.
Ana konuya geçmeden arka planı biraz açalım. İki yıla yakın bir süredir Gazze’yi ve her fırsatta Batı Şeria’yı tahrip eden, çocukları çadırlarda yakan, açlıktan ölmelerine yol açan İsrail, bölgede “rahatladıkça” şiddetini ve vahşetini de artırıyor. Artık resmi ve insanlıktan yoksun ağızlardan açıkça Filistin’i Filistinlilerden arındırma hedefini işitiyoruz.
Bir yandan dünyadaki kamuoyu tepkisi yükselir ve düne dek mırın kırın eden Batılı yöneticileri İsrail’in hırsız ve katil idarecilerini yarım ağızla da olsa eleştiriye zorlarken, bir yandan da Filistinleri Kuzey Afrika çöllerine sürüp bölgeyi daha etkin bir sömürü merkezi haline getirme peşindeki küresel sermayeyi ferahlatmanın yolları araştırılıyor.
Filistinlilerin her gün ellişer yüzer öldürülmeleri, ayakta kalan tek tük hastanelerinin yıkılması, Batı Şeria’daki evlerin silahlandırılmış yasadışı yerleşimciler tarafından basılıp sakinlerinin sokağa atılması haber bültenlerinde güçlükle yer buluyor. Filistin soykırımına dair haberler sanki doğal afetmiş havasında servis ediliyor.
Yazının başında söz ettiğimiz karmaşıklık durumunun kesinlikle geçerli olmadığı bir tek uluslararası mesele söyle deseniz, tereddütsüz vereceğim bir örnek artık Filistin. Filistin halkının yanında, İsrail’in karşısında konumlanmak tartışmasız bir insanlık ve vicdan testi haline geldi. Bu noktada gri alanlardan bahsetmek “ama Hamas” diye cümleye başlamak alçaklığınızın derinliğini gösterecek bir belirti sadece. İnsansanız Filistinlilerin önce yaşam sonra da bağımsızlık hakkını savunacaksınız. Değilseniz ona göre muamele göreceksiniz.
Bu arka planı koyduğumuza göre yaşanan iki olaya geçebiliriz. Görece hafifinden başlayacağım.
Çocukluğumdan beri müziği severim. Her türlü müziği dinlerim diyemem ama müziksiz bir evren düşünemem. Müzikle derdi olanla, müziği yasaklamaya kalkanla derdim olur. Gençliğimde şarkı, türkü çığırmışlığım, hatta işin doğrusunu, düzgününü öğrenmek kaygısıyla Timur Selçuk Hoca’nın öğrencisi olmuşluğum da var. Elbette tanıdığım, sevdiğim besteci, müzisyen, şarkıcı, grup çok. Doğal olarak tanımadıklarım, takip etmediklerim de mevcut. Birinci olayımızın öznesi böyle bir şarkıcı. Linet sahne adıyla biliniyor. Bir tek şarkısını dahi baştan sona dinlemiş değilim.
Linet Hanım’ı ben Türkiye Yahudisi olarak biliyordum. Onu bile yanlış/eksik biliyormuşum meğer. Hanımefendinin ailesi Türkiye kökenli, kendisi de İsrail vatandaşıymış. Olayın özü de basın haberlerine göre şöyle: Konser vermesi engellenmiş, tehdit edilmiş, canının tehlikede olduğunu söylemiş. Bunun üzerine sahip çıkanlar olmuş, sahip çıkanlara hakaret edenler olmuş vs..
Burada bir parantez açma ihtiyacı duyuyorum. Özellikle 7 Ekim’den beri üzerinde ısrarla durduğum bir konu var. İsrail’in suçlarından ötürü Türkiye Yahudilerinin sorumlu tutulmamaları, onlara herhangi bir tehdit yöneltilmemesi. Biraz daha genişleterek söyleyeyim. Yahudi dinine mensup olan hiç kimsenin salt dinsel aidiyeti yüzünden İsrail’in eylemlerinin suç ortağı olarak kabul edilmemesi gerektiğini düşünüyorum. Nitekim ABD başta olmak üzere, birçok ülkede İsrail karşıtı eylemlerin başını ilerici veya vicdan sahibi Yahudilerin çektiği yadsınamaz bir olgu. Keza iki yıldır aralıksız izlediğim, İsrail’de yayınlanan Haaretz........
© soL
