Efsanelerden gelen kadınlar
1980’lerin sonuna doğru, Avusturyalı yazar Christoph Ransmayr’ın “Die Letzte Welt (Son Dünya)” kitabından söz edilmeye başlanmıştı. Postmodern edebiyatın, ve Orhan Pamuk vesilesiyle, bizde de sıkı gündem olan ve tartışılmasına kalburüstü isimlerin de katıldığı “metinlerarası etkileşimli gönderme” konusunun en yetkin örneği olarak kabul ediliyordu, –o zamanlara göre tabii. Dolayısıyla, yayıncılık dürtüsüyle ilgimi çekse de, pek de ilgilenmemiştim. Sonra, yine Avusturya’dan bize edebiyat sahasını rapor eden bir arkadaşım, Ransmayr’la yapılan bir dergi röportajını gönderdi. Ransmayr, orada, “yapıtının, postmodern edebiyatın ve metinlerarasılığın zirvesinde görüldüğü” tanımıyla açılan soruyu yanıtlarken, diyordu ki: “Evet, eğer gerçekten öyleyse, belki zirvesinden bakılırsa görülür ki, bunlar hiç de aman aman kavramlar değildir, boş yere alkışlanması gereken de ben değilim.”… Sonradan bakışı değişti mi bilmem, çünkü başarı zemini kaygandır, ama bu yanıt, beni, kitabı basmaya karar vermeye itmişti ve telifine başvurup çevirisini başlatmıştım. Şimdiki kadar değilse de 90’lar da tuhaf zamanlardı, kendim bir siyasi polisiye öyküye karışıp zamanlar geçince, roman uçtu gitti aklımdan… Uzun yıllar sonra dilimize çevrilmiş ama hiç bahsini duymadım. Belki aşıldığından, belki Ransmayr haklı çıktığından, bilmiyorum, ilgilenmedim.
Niye anlattım bunu? “Son Dünya”nın temel aldığı ve “yeniden ürettiği” metin, bildiğimiz Ovidius’un, “Metamorphoses / Dönüşümler”iydi. Bu şiir/metin, İsmet Zeki Eyüboğlu’nun dilimize müthiş aktarımıyla okumaya doyamadığım bir başyapıt olmuştu.
Nelerin dönüşümlerini, mitolojik gözle aktarıyordu bu şair? Tanrılar eliyle insanlar, hayvanlar, bitkiler, suların ve hepsi üzerinden de tanrıların. Özellikleri, yetenekleri, duyguları… Aşklar, kıskançlıklar, entrikalar, intikamlar… Bir hercümerçtir efsaneler. Bizim özelimizde, Anadolu geleneklerindeki, inanç ve destanlarındaki izlerini sürmek müthiş keyiftir. Ama bütün bu hercümerçin içinde, en zalim ve en mazlum olarak, tanrı, yarı-tanrı, ölümlü, insan olarak kadınların yeri ayrıdır. Üstelik suç genellikle Zeus başta, gözü dönmüş erkeklerdeyken, onlar cezaların en ağırına çarptırılır.
Bu düzene isyan edip tanrılardan ateşi çalarak insanlara veren Prometheus’un kaderini, sadece güzel olduğu ve bu dile getirildiği için paylaşarak, kayalara zincirlenen Andromeda örneğin.
Zeus’un kartallara sürekli taze et olarak Kafkaslar’a zincirlediği Prometheus’u, öbür oğlu Herakles kurtarır efsanede. Güzelliği alınmış Andromeda’yı da bir başka oğlu Perseus. Bu oğullar Tanrı “kanbağlı”, ama ölümlü tercihlidir…
Hikâye çok uzun tabii, bir o kadar da çok “kişi”li ve karmaşık olaylı. Sonunu söyleyeyim, Andromeda, tee Batlamyus zamanından beri gökyüzünde devasa bir takımyıldız olmuştur, oradan ışımaktadır. Onu zincirden kurtarıp evlenen Perseus ise, hep elinde kesik bir kadın başıyla resmedilecektir: Medusa… Böyle acı bedeller de, öyküler de, efsanelerden gelir günümüze. Mitoloji günümüze........





















Toi Staff
Sabine Sterk
Gideon Levy
Penny S. Tee
Mark Travers Ph.d
Gilles Touboul
John Nosta
Daniel Orenstein