Yeni bir sol mümkün, inşallah: Zohran Mamdani, nasıl kazandı?
Hudson Nehri’nin ağzında bulunan Ellis Adası, bir zamanlar sadece New York kentinin değil; bir göçmen ülkesi olan ABD’nin de giriş kapısıydı. Avrupa’dan gelen milyonlarca göçmenin heyecanlı macerası bu adada başlıyor, gemiler gerekli kontrollerin yapılması için yüzlerce göçmeni bu adada indiriyordu.
Ellis Adası’nda göçmenler sağlık kontrolünden geçiyor
Fakat 106 yıl önce bir Aralık gecesi 04.00’te Ellis Adası’na Amerika’nın resmi hikayesini ters yüz edercesine ABD’ye gelen değil, ABD’den sınır dışı edilen göçmenleri taşıyan bir gemi yanaşmıştı: USAT Buford.
Buford tipik bir Amerikan askeri gemisi olmasına rağmen kamuoyunca “The Soviet Arc” (Sovyet gemisi) olarak adlandırılmıştı. Zira 21 Aralık 1919 gecesi, 249 Rus göçmeni anarşist veya komünist oldukları gerekçesiyle elleri ve ayakları zincirlenmiş bir şekilde sıraya dizilmiş ve Rusya’ya toplu bir şekilde sınır dışı edilmek için Buford gemisine bindirilmişti. Gecenin 4’ünde Kongre üyelerinin, bakanların adaya kurulan özel protokolden heyecanla izlediği bu toplu sınırdışı işlemi, Çarlık Rusyası’nı yıkan Bolşevik Devrimi’nin ABD’ye yayılmasından korkan antikomünistlerin başlattığı “kızıl avı” için görkemli bir gözdağı şöleniydi.
Bu şölenin baş mimarı Wilson hükümetinin Adalet Bakanı Demokrat Partili Mitchell Palmer’dı. Gözü zirvede olan Palmer, Bolşevik Devrimi’nden korkan elitlerin desteğini kazanmak için ülke çapında artan sendika ve grev hareketini, siyah protestolarını ve özellikle İtalyan göçmeni anarşistlerin (hakaret olarak değil, gerçekten anarşistler) düzenlediği mektuplu bomba saldırılarını gerekçe göstererek olası bir “kızıl darbe” komplosunu gündeme getirmişti. Palmer için dönüm noktası evine yollanan bombalı bir paket olmuştu. İtalyan anarşist önder Luigi Galleani’den etkilenen anarşistler, Palmer’in evine iki defa bombalı paket yollamış, Palmer ve ailesi ikinci saldırıdan kıl payı kurtulmuştu. Palmer, bunun üzerine “Palmer baskınları” olarak anılan korkunç bir cadı avı başlatmış, özellikle sol eğilimli olduğu düşünülen Doğu Avrupalı Yahudi göçmenlerin, ABD’deki komünist parti ve örgütlerin toplantıları basılmış, binlerce Amerikalı ve göçmen soyut gerekçelerle toplu bir şekilde gözaltına alınmış ve Amerikan vatandaşı olmayanlar sınır dışı edilmişti. Doğu Avrupalı göçmenlerin müzik korosu provaları, evde yapılan toplantılar, kermesler, özel etkinlikler ani bir şekilde basılıyor, polisler herkesi toplu bir şekilde somut bir değerlendirme olmaksızın gözaltına alıyor, vatandaş olmayan göçmenler sadece komünistlerle veya komünist eğilimli örgütlerle soyut bağlantıları olduğu, aynı ortamda tesadüfen bulundukları gerekçesiyle apar topar sınır dışı ediliyordu. Palmer, üç ay içerisinde 36 şehirde 6000 kişiyi tutuklatmış, 556 göçmeni sınır dışı etmişti. Hükümet yetkililerin antikomünizm dışındaki bir diğer motivasyonu da antisemitizmdi. Zira Amerikan sağcıları, Doğu Avrupa’dan ABD’ye göç eden Yahudilerin bir kızıl devrim yapmak amacıyla toplu bir şekilde geldiğinden şüpheleniyor, Avrupa’da giderek yükselen aşırı sağcı fikirlerin etkisiyle Yahudilere karşı “hain, güvenilmez” gibi önyargılarla yaklaşıyordu. Doğu Avrupa’dan göç eden Yahudilerin de gerçekten işçi sınıfına ve sola yakın olması bu tutumu giderek arttırıyordu. Nitekim bu baskınlarda en çok Doğu Avrupa göçmeni Yahudiler, özellikle Rus Yahudiler mağdur olmuştu.
Baskınlar sırasında yerle bir edilen bir sendika şubesi
İşte soğuk bir Aralık gecesi toplu bir şekilde sınır dışı edilen bu 249 göçmen, Palmer baskınlarının ilk mağdurlarıydı. Bu mağdurlar arasında “Amerika’nın en tehlikeli kadını” da bulunuyordu: Anarşist ve feminist yazar/aktivist Emma Goldman. Goldman eşcinsel haklarından feminizme, anarşizmden işçi haklarına zamanın koşullarına göre ABD’nin en radikal ve ileri fikirlerini savunan cesur ve güçlü bir kalemdi. Rusya kökenli bir Yahudi olan Goldman aslında Amerikan vatandaşıydı. Sonradan ABD vatandaşlığı kazanan bir göçmenle evlenmiş ve bu evlilik vesilesiyle vatandaşlık kazanmıştı. Goldman 1. Dünya Savaşı karşıtı eylemleri nedeniyle defalarca tutuklanmış, hapis yatmış, gözaltına alınmış, en saçma komplo teorileri temel alınarak sayısız kez sorgulanmış, hayatı boyunca evine gelen her mektubun açılıp okunduğu sıkı bir takibe alınmıştı.
Emma Goldman
Goldman, Palmer baskınları sırasında özellikle hedef alınarak tutuklanmış, tutuklandıktan hemen sonra vatandaşlık alırken bazı belgeleri hatalı verdiği ileri sürülerek önce eşinin vatandaşlığı iptal edilmiş, böylece çıkarıldığı mahkeme Goldman’ın vatandaşlığının da geçersiz olduğunu tespit ederek sınır dışı edilmesine karar vermişti. 1903 tarihli Göç Yasası’ndaki anarşistlerin ülkeye kabul edilmeyeceği hükmüne dayanarak diğer anarşist ve komünistler gibi sınır dışı edilen Goldman, mahkemede ifade özgürlüğüne dayanarak savunma yapmamış, mahkemeye ve hükümete meydan okumayı tercih etmiş ve bugünlerde üniversitelerde, liselerdeki tarih derslerinde okutulan bir konuşma yapmıştı: “Şimdilik sözde sadece yabancılar sınır dışı ediliyor. Yarın Amerikalılar da sürgün edilecek. Daha şimdiden bazı ‘vatanseverler’, demokrasiyi kutsal bir ideal olarak benimseyen Amerikan’ın kendi evlatlarının sürgün edilmesini öneriyor.”
Ellis Adası’nda toplu bir şekilde sınır dışı edilen 249 göçmenden “38 numara”: Emma Goldman
Bütün bu toplu sınırdışı işlemlerinin sonucunda komünistlerin ve anarşistlerin Doğu Avrupalı Yahudilerle birlikte organize edeceği söylenen “Kızıl Komplo” darbe planı gerçekleşmemiş, Palmer itibarını kaybetmiş, bugünün en güçlü sivil toplum örgütlerinden ACLU gibi birçok hak savunucusu Palmer baskınlarına tepki olarak örgütlenmiş, ABD “hak savunuculuğu” kavramıyla tanışmıştı. Fakat ne acı ki sınırdışı edildikten sonra hiçbir ülkede rahat edemeyen ve sık sık yer değiştirmek zorunda kalan “Amerika’nın en tehlikeli kadını” Emma Goldman’ın da kehaneti tutmuş, 106 yıl sonra göreve gelen ABD Başkanı Donald Trump’ı destekleyen radikal bir Cumhuriyetçi Temsilciler Meclisi üyesi Andy Ogles yine geçmişte olduğu gibi bir Amerikan vatandaşının görüşlerinden dolayı önce vatandaşlığının iptal edilip ardından doğduğu yabancı ülkeye sınırdışı edilmesini talep etmişti.
Andy Ogles
Her ne kadar Trump bir süredir Soğuk Savaş döneminden kalan antikomünist yasalara başvurarak yabancı öğrencilerin vizelerini İsrail’i eleştirmeleri üzerine iptal edip sınırdışı ettirmeye çalışsa da daha önce bu yasaların bir Amerikan vatandaşına karşı kullanılması pek gündeme gelmemişti. Fakat bugün ne Amerika komünistlerin zincirlenip Ellis Adası’nda sıraya dizilip yürütüldüğü o eski Amerika, ne de radikal Trumpçı Ogles’in hedefindeki Amerikan vatandaşı, Emma Goldman gibi etki gücü sınırlı bir aktivist. Ogles’in önce vatandaşlığının iptal edilip ardından Uganda’ya gönderilmesi için Adalet Bakanlığı’na resmen şikayet ettiği kişi geçen Salı günü (24 Haziran 2025) Demokrat Parti New York Belediye Başkan adaylığı önseçimlerini yaklaşık 450 bin oy alarak kazanan Müslüman sosyalist Filistin savunucusu Hint asıllı Uganda göçmeni 34 yaşındaki Zohran Mamdani.
Tarihin cilvesine bakın ki, Zohran Mamdani Cumhuriyetçilerin çok değil sadece 5-10 sene önce duyduğu zaman “komünist kızıl” diye krize gireceği sol ekonomik vaatler ve İsrail’i eleştiren herkesin “antisemit” ilan edildiği çılgın bir dönemde tavizsiz bir Filistin savunucuğuyla bir zamanlar kendisi gibi o dönemin radikal fikirlerini savunan insanların zincirlere vurulup gemilere bindirildiği New York kentinin belediye başkanı olmaya hiç olmadığı kadar yakın. Mamdani’nin elde ettiği bu sembolik zaferinin arkasında ise İsrail lobisinden Trumpçılara, renksiz bir siyaset peşinde koşan Demokrat Partili elitlerden New York sermayesine geniş kesimleri endişeye ve paniğe sürükleyen bir değişim rüzgarı var.
Zira Zohran Mamdani, ünlü solcu Hint yönetmen annesi Mira Nair’in yanağından makas aldığı, Suriyeli muhalif karikatürist eşinin kendisine aşkla baktığı seçim konuşmasıyla taçlandırdığı önseçim gecesi sadece New York siyasetini değil, Amerika’daki ve hatta dünyadaki birçok ezberi, klişeyi de alt üst etti, yeni bir solun, yeni bir siyasetin mümkün olduğunu milyonlarca insana gösterdi.
Bir nevi Emma Goldman’ın Ellis Adası’nda düşürdüğü bayrağı alıp New York Belediye Binası’nın önüne dikti.
Yeni bir soluk, tarihi bir zafer
34 yaşındaki Zohran Mamdani, zamanında diktatör İdi Amin tarafından Uganda’dan sınırdışı edilen Hint bir aileye mensup Harvardlı ünlü siyaset bilimci Mahmood Mamdani ve ünlü Hint yönetmen Mira Nair’in çocuğu. Şii mezhebine inanan dindar bir Müslüman olan Mamdani, üniversiteyi Afrika çalışmaları bölümünde bitirdikten sonra ciddi bir işte çalışmamış, rap ve hiphop dünyasına atılmış, Hint ve Asya kültürünü ti’ye alan şarkılar bestelemiş, sadece 7 sene önce, yani 2018’de Amerikan vatandaşı olmuş. Uganda’da doğan ve Güney Afrika’da........
© Serbestiyet
