Feyruz’dan öte, Ziad’dan beri: Lübnan’ın en yaratıcı adamına veda
Beş sene önce bir Ağustos akşamı Beyrut’un kuzeydoğusundaki Rabieh semtinde eşi benzeri görülmemiş bir telaş vardı. Fransa Cumhurbaşkanı Macron, Beyrut limanında yaklaşık 2,700 tonluk amonyum nitrat yüklü bir geminin alev almasıyla gerçekleşen 218 kişinin öldüğü, 300,000 insanın evini terk etmek zorunda kaldığı ve 15 milyar dolarlık hasarın ortaya çıktığı Beyrut Patlaması’ndan sonra ikinci kez Lübnan’a gelmişti.
Macron bu sefer beklenmedik bir şekilde, altı yıl boyunca limanda gerekli güvenlik tedbirleri olmadan patlayıcı bir maddenin tutulması, sorumluların ortaya çıkarılmaması ve yolsuzluk iddialarıyla yıpranmış, istifasını kısa bir süre önce açıklamış hükümet yetkilileriyle görüşmemiş, Beyrut’a iner inmez Lübnan’ın ve Ortadoğu’nun en popüler müzisyeni Feyruz’un Rabieh semtindeki evine gitmişti.
Feyruz, doğduğu zaman Lübnan’ın manda ve himayesinde olduğu Fransa’nın Cumhurbaşkanı Macron’u evinde ağırlamış, Macron’a eski Kudüs müftüsü Emin el-Hüseyni’nin ressam torunu Jumana el-Hüseyni’nin “Kudüs” adlı bir resmini hediye etmiş, 85 yaşında bile Filistin’e dair bir mesaj vermeyi ihmal etmemişti.
Jumana el-Hüseyni’nin Kudüs’ü anlattığı resimlerinden biri.
Birlikte yenen hoş sohbet akşam yemeğinin ardından Macron, Feyruz’a Fransa’nın en yüksek onur nişanı olan Légion d’honneur’u takdim etmiş, farklı mezheplerden, kimliklerden herkesin severek dinlediği, hayranı olduğu Feyruz’u honore ederek siyasetten, devletten umudu kesen Lübnanlılara birlik ve beraberlik mesajı vermek istemişti. Başkentteki bir limanda patlayıcı maddelerin tedbirsiz bir şekilde bekletilmesi, ülke ekonomisini yerle bir eden bir felakete göz yumulması herkesin umudunu sıfırlamıştı. Patlama büyük bir rezalet ve felaketti. Lübnan devletini adeta işlevsizliğinin röntgenini çekmişti.
Fransız heyetinde yer alan Fransız Akademi üyesi Daniel Rondeau’nun anlattığı ve Lübnanlı gazeteci Soulayma Mardam Bey’in aktardığı üzere, Feyruz akşam yemeği sırasında endişeli bir şekilde Macron’a “Umudunuz var mı?” diye sormuş, Macron’un yanıtı ise “Bu geceden itibaren var diyelim mi?” olmuştu. Feyruz kendisinin bu umudu büyütmek için ne yapabileceğini sorunca ise Macron “Kararlı durun. Lübnan’ı seven insanlar sizin özetlediğiniz, fakat hiç var olmayan bir Lübnan hayali kuruyor” demişti. Feyruz ise Macron’a itiraz etmiş: “Böyle bir Lübnan vardı, artık yok. Evet savaş bitti ama asla barış gelmedi. 50 yıl geçti. Savaş daha iyidi, ülke boğulmamıştı, bombardımanlar bizi bugün kıyamete götüren liderlerden çok daha merhametliydi.”
Yıllardır kamuoyuna açıklama yapmayan, sahneye çıkmayan, söyleşi ve demeç vermeyen Feyruz’un yayınlanan fotoğraflarla hayranlarıyla buluşmasını sağlayan bu ziyaret, Macron ve Feyruz arasında Lübnan kimliği ve hayali üzerine çarpıcı bir diyaloğa vesile olmuştu.
Aslında Feyruz ve mensubu olduğu Rahbani ailesinin salonları bu tür tartışmalara pek de yabancı değildi.
Gerçekten de Feyruz ve besteci eşi Assi Rahbani’nin oturma salonları, özellikle Hıristiyan nüfusun yoğun olduğu Doğu Beyrut’un adeta kültür yuvasıydı. Feyruz’un kendisi gibi şarkıcı, eşi Assi Rahbani ve amcaları gibi besteci oğlu Ziad Rahbani’nin ailesinin oturma salonunu “cumhuriyet” diye tanımlaması oldukça normaldi. Ünlü şairler, siyasetçiler, gazeteciler, düşünürler ve yazarlar; Arap milliyetçiliği, Lübnan’ın geleceği, İsrail ve mezhepler arası çatışmaları konuşmak için Feyruz ve eşi Assi Rahbani’nin salonunda toplanıyor, şiirler, siyasi tartışmalar, mezhepler arası gerginlikler ateşli ama ilgi çekici sohbetlerin mezesi oluyordu.
Feyruz ve Ziad Rahbani
Ziad Rahbani de tam da böyle bir atmosferde büyümüş, çeşitli Arapça kelimelerin anlamı, Lübnan üst kimliğinin ve kültürünün inşaası üzerine tartışmaları, babası ve amcalarının oturup saatlerce şiirlere besteler yapmasını izlemiş; daha küçük bir çocukken şiirler, tiyatro senaryoları yazmış, teyzesi ve annesi için şarkılar bestelemişti.
Fakat bu salonda Ziad’ın ilgisini çeken tek şey müzik değildi. Ziad, konuşulan siyasi meselelere de fazlasıyla meraklıydı. Bu nedenle 12 yaşında küçük bir çocukken babasına Hıristiyan Maruni milislerin ordusuna vatana hizmet etmek için katılmak istediğini söylemiş, babası “seni de, vatanı da …” diyerek Ziad’ı terslemişti. Bu küçük diyalog Ziad ile babası Assi Rahbani’nin hayat karşısında duruş farklılığının da küçük bir fragmanıydı.
Zira her ne kadar 2020’de annesinin Macron şerefine evinde verdiği yemeği Batı karşıtı solcu duruşu nedeniyle boykot etmiş olsa da Ziad, Feyruz ve Rahbani kardeşlerin temsil ettiğini ileri sürdüğü “Lübnan ütopyasının” yapaylığı konusunda Macron ile aynı taraftaydı.
Feyruz, Mardin göçmeni Ortodoks bir Süryani babanın, Maruni Katolik bir annenin kızıydı. Feyruz, kariyerinin ilk yıllarında birbirinden yetenekli Arap Ortodoks Assi ve Mansur Rahbani kardeşlerle (bir diğer kardeş Elias Rahbani de çok yetenekli bir besteci) tanışmış; kısa bir süre sonra Assi Rahbani ile evlenmiş ve bu üç yetenekli müzisyen birlikte bugüne değin dünyanın dört bir yanında Arapların sabah kahvelerine eşlik eden birbirinden güzel şarkılar yayınlamış, binlerce kişinin izlediği müzikaller ve konserler düzenlemişti.
Feyruz ve eşi Assi Rahbani
Rahbani kardeşler ve Feyruz, Hıristiyanların yoğun yaşadığı dağlık doğu Lübnan kırsalının pastoral hayatını, hikayelerini ve kültürünü yansıtan şarkılar besteliyordu. Elbette bu şarkılar Lübnan’ın tüm kesimlerine hitap ediyor, Feyruz ve Rahbani kardeşler özellikle Kudüs, Filistin’in işgali konusunda tüm Arap müzisyenlere örnek ve milat olacak şekilde çok etkili ve çarpıcı klipler çekiyor, şarkılar hazırlıyor, konserler düzenliyordu. Fakat Lübnan’ın kaderi, Rahbani kardeşlerin resmettiği gibi insanların mezhep çatışmalarından uzak yaşadığı “pastoral” temiz bir dağı köyü hikayesinin ötesindeydi.
Ziad da ailesinin salonunda harmanlanan bu pastoral hikayeye inanmayanlardı. Ziad’a göre Lübnan’ın gerçek hikayesinin baş kahramanları 15 yıl süren korkunç bir mezhep iç savaşı, yolsuzluğa boğulmuş etkisiz bir hükümet, korkunç bir ekonomik eşitsizlik, İsrail’in işgali nedeniyle evsiz kalan Filistinliler ve Güney Lübnanlılar ve bütün bu karamsarlığa rağmen umutla, fikirle, sanatla, bir arada yaşama inadıyla doğduğu topraklara tutunan insanlardı.
Nitekim Ziad, babasının bestelediği hikayeye olan inancını daha küçükken kaybetmişti. Notre-Dame de Jamhour College gibi elit bir Katolik Cizvit okulunda okumasına, babasının özel aracıyla bir yerlere gitmesine rağmen gözü hep pencerenin ötesindeki yoksullarda, kendisi kadar şanslı olmayan çocuklar da olmuştu.
Ziad’ın Macron’la istemeyerek de olsa aynı noktada buluşmasına ise ne trajik ki yine Ziad’ı müzisyen yapan o salon vesile olmuştu. Ziad, 15 yıl sürecek olan Lübnan İç Savaşı’nın arifesinde bu salonda tüylerini ürperten bir görüşmeye tanık olmuştu. Feyruz ve Assi Rahbani çifti, salonlarını Suriye istihbaratı yetkililerine ve İsrail tarafından desteklenen sağcı Hıristiyan Falanjist milislerin liderlerine açmış; bu iki birbirine benzemez grup bu salonda Doğu Beyrut’ta bulunan Tal al-Zaatar Filistin mülteci kampıyla ilgili tüyler ürpertici bir görüşme yapmıştı.
Lübnan İç Savaşı, İsrail’in desteklediği sağcı Hıristiyan Falanjist milislerle İsrail’in işgali ve baskıları nedeniyle nüfusu giderek artan Filistinli mültecilerin ve silahlı direniş örgütleri arasındaki gerginliğin artmasıyla başlamıştı. 1976 yılında Falanjistlerin Müslümanların yaşadığı Karantina semtini, intikam isteyen Filistinli örgütlerin Hıristiyanların yaşadığı Damour semtini basması ve iki grubun da sivilleri toplu bir şekilde katletmesi 15 yıl sürecek olan bir şiddet sarmalının kapısını aralamıştı. Falanjistlerin karşısında Osmanlı döneminin en etkin İttihatçılarından Dürzi siyasetçi Şekib Arslan’ın sosyalist oğlu Kemal Canpolat önderliğindeki solcu Müslüman ve Dürziler vardı. Canpolat ilkesel bir duruş sergileyerek taciz edilen Filistinli göçmenlerin yanında yer almıştı. Bir eli her daim Lübnan’da olan Esad rejimi ise normalde İsrail’in desteklediği grupların karşısında olması gerekirken kişisel bağlantılar, baba Esad’ın Filistin davasının önderi olarak Yaser Arafat’ın önplana çıkmasından rahatsız olması, Lübnan’ın Esad diktatörlüğüne nazaran demokratik solcu bir bakış açısıyla Canpolat ve Müslümanlar tarafından yönetilip güçlenerek gerçek anlamda bağımsız olma, bölgedeki otoriter ülkelere “kötü örnek” teşkil etme ihtimali ve bazı uzmanlara göre İsrail’in Hıristiyanları koruma gerekçesiyle müdahale etmesini engellemek, Marunileri himayesi altına alarak Batı nezdinde meşruiyet kazanmak istemesi gibi nedenlerle Maruni Falanjistler lehine iç savaşa müdahil olmuş ve Lübnan’ı işgal etmişti.
Kimin kimin evini bastığının belli olmadığı, herkes birbirini keserken aradan Hizbullah’ın güçlü bir silahlı örgüt olarak sıyrıldığı bu tuhaf kanlı iç savaşın en kötü olaylarından biri de Falanjist milislerin Hırıstiyan nüfusun yoğun olduğu doğu Beyrut’ta bulunan Tal al-Zaatar mülteci kampını basmasıydı.
Tal al-Zaatar mülteci kampı katliamından kısa bir süre önce Falanjist milislerin Filistinli göçmenleri toplu bir şekilde katlettiği Karantina katliamı. Filistinli bir kadın öldürülmemek için milislere yalvarıyor. Fotoğrafı çeken Fransız........© Serbestiyet
