Lavaboda kalmış bir yığın bulaşık….
TATKO, Türkiye’nin en büyük ve en eski araba lastiği şirketlerinden biri.
1927’de kurulmuş şirket o günden beri Amerikan Goodyear lastiklerinin Türkiye distribütörlüğünü yapıyor.
Sahibi meşhur Yalman ailesi.
Şirketin resmi sayfasına baktığınızda kurucusunun bir gazeteci olduğu görülüyor: Ahmet Emin Yalman.
Ama şirketin resmi hikayesinde bir gazetecinin neden lastik distribütörü olduğuyla ilgili herhangi bir açıklama yok.
Şirketin internet sayfasındaki hikaye Ahmet Emin Yalman’ın 1923 yılında Atatürk’le yaptığı bir röportajın fotoğrafıyla açılıyor.
Daha fazlasını anlatmamışlar.
Şirketin ikinci kuşak yöneticilerinden, Ahmet Emin Yalman’ın yeğeni Şen Yalman’ın hatıratı (Lastik İzinde 80 Yıl) yakın zamanlarda yayınlandı. Şirketin ve amcasının hikayesinde herşeyi ayrıntılı anlatıp sadece en kritik yeri yani amcasının neden gazetecilikten lastikçiliğe geçtiği kısmını “İstiklal Mahkemesi’nde yargılandı” diyerek geçiştirmiş.
Çünkü hikaye Türkiye’de hala pek anlatılacak türden değil.
Ahmet Emin Yalman’a Türkiye’nin ilk okullu gazetecisi denebilir.
1910’lardaçocuk yaşlarda gazeteciliğe başlamıştı ve 1911’de Osmanlı hükümetinin burs sınavını kazanıp üniversite eğitimi için ABD’ye gönderildi.
Columbia Üniversitesi’nin Siyaset Bilimi Fakültesi’nde okudu. Ama o oradayken 1912’de hala dünya gazeteciliğin akademik merkezi olan Columbia Gazetecilik Okulu kuruldu.
Yalman da bu okuldan dersler aldı.
1917’de ilk Pulitzer Ödülleri’ni dağıtan jürinin başkanı olacak olan Mardinli Talcott Williams’ın öğrencisi oldu.
Colombia’da basın üzerine doktora yaptı. 1914’te gazetecilik üzerine yazılmış ilk doktora tezlerinden biri olan “The Development of Modern Turkey as Measured by its Press”i(Modern Türkiye’nin Gelişiminin Basın Yoluyla Ölçümü) yazdı.
1914’te döndüğü İstanbul’da bir süre New York Evening Post gazetesinin muhabirliğini yaptı.
İstanbul Üniversitesi’nde Ziya Gökalp’in asistanı oldu.
İttihatçıların Tanin gazetesinin yazı işleri müdürlüğü yaptı.
Birinci Dünya Savaşı’nda Enver Paşa onu Almanya’ya savaş muhabiri olarak gönderdi.
İktidar mücadeleleri arasında ilk kalışı yanlışlıkla tutuklanmakla sonuçlandı.
Sultan Vahdettin’i sertçe eleştiriyordu. İnkılap Tarihi kitaplarında anlatıldığı gibi artık herşey iki dudağı arasında olmayan Vahdettin, çevresine “Yok mu bu adamı susturacak bir gerekçe” diye soruyordu. Ve bir gün polisleri karşısında gördü. Hapse girdiğinde ise onu ilk büyük haberi bekliyordu. Bir süre önce görevden ayrılmış eski Sadrazam Said Halim Paşa, iki eski şeyhülislam ve siyasetçiler de girdiği koğuştaydılar.
İki gün kaldığı hapishanede gördüklerini gazetesine alaycı bir üslupla yazınca, iktidar içi gizli bir hesaplaşma deşifre oldu.
Hapse atılınca bile gazetecilik yapan bu başbelası adamdan kurtulmanın yolu Kütahya’ya sürgüne gönderilerek bulundu.
Ama esas sürgünü savaşı Osmanlı kaybedince diğer İttihatçılarla birlikte 1919’da Malta’ya gönderilerek yaşadı.
Üç yıl sonra İstanbul’a dönünce yine bildiği işi yapmak için 1923’de Vatan Gazetesi’ni çıkardı.
26 Mart 1923 günü gazete ilk sayısında okuruna bugün de hala geçerli olan vaatler de bulunmuştu:
“Biz daima eğriye eğri, doğruya doğru diyeceğiz. Ne bir menfaat düşüncesi ne de korku gibi bir sebep bizi gerçek saydığımız kanaatlerden fedakârlık etmeye sürüklemeyecektir. Vatan, memleketlerini ve gazetecilik mesleğini çok sevenlerin kurduğu gazetedir, bir ticaret kuruluşu değildir. Makale ve haber sütunlarımız daima temiz kalacaktır. Bu sütunlara ücretle veya herhangi bir nevi tesir ve baskı ile hiç yazı girmeyecektir. Ücretli ilân sütunları ile diğer sütunlar arasında hiçbir ilişki bulunmayacaktır.”
Öyle de yaptı.
Cumhuriyet’in ilanının ardından İstanbul’daki Halife alternatif bir otorite odağı halinde kalmış, kaldırılması tartışılmaya başlanmıştı.
Bu sırada İstiklal Harbi’ne yardımlarıyla bilinen (Gönderdikleri yardım paralarıyla İş Bankası’nın kurulduğu) Hint Müslümanlarının liderleri İsmaili Cemaati’nin lideri Ağa Han ve Emir Ali, İsmet Paşa’ya mektup yazarak hilafetin kaldırılmamasını rica etmişlerdi.
Mektubu yayınlayan Tanin, İkdam, Tevhid-i Efkar, Vatan gibi gazetelerin sahipleri Hüseyin Cahit, Ahmet Emin, Ziyad Ebüzziya gibi İstanbul basınının en önemli isimleri vatana ihanetten tutuklanıp, İstanbul İstiklal Mahkemesi’nde yargılandılar.
Neyse ki beraat ettiler.
Ama kısa bir süre sonra bu kez Şeyh Said ayaklanması patlak verdi. 1925’te Takrir-i Sükûn Kanunu çıkarıldı.
Yakalanan Şeyh Said mahkemedeki ifadesinde ayaklanmaya nasıl karar verdiği anlatırken gazetelerde çıkan haberlerden etkilendiğini söylemişti:
“Hakim: Demek gazetelerin yazmış olduğu bütün şeyleri hakikat olarak kabul ettin öyle mi?
Şeyh Said: Der idik ki eğer yalan olsa yazamaz, cesaret edemez. Hükümet kapatır der idik. Binaenaleyh hakikat sayardık. Sebilürreşat daima gazetelere istinat ederdi bunlar bizim kin ve düşmanlığımızı doğurur ve arttırırdı.
Hakim: Sebilürreşat kadar sana müessir olan hangi gazete vardı?
Şeyh Said: Tevhid-i Efkâr. O da din bahislerinde tesirli olurdu? Gazeteler tâ ecnebiler içine kadar gidiyor bunlar iftira olsa nasıl kabul eder? Hükümet müsaade eder mi derdim.”
Bu fırsat kaçırılmadı.
İstiklâl Mahkemesi Savcısı Süreyya Bey, 7 Haziran 1925’te İstanbul basının en önde gelen gazetecilerinin tutuklanmasını istedi:
“İsyanın türlü türlü sebepleri vardır. Bunların arasına basın hürriyetini şahsî maksatlar veya şahsî siyasî gayeler uğruna kötüye kullanan, kasıtlı veya kasıtsız sûrette yazılan yazıların, isyan üzerinde tesirleri dokunan gazetelerin tutumu da girebilir. Bu sebeple gazeteler buraya getirilmeli, yazılarının isyana tesiri dokunduğuna kanaat gelen gazeteciler davaya katılmalıdır.”
Haziran 1925’te Şeyh Said’in verdiği ifadelerden hareketle Elazığ Şark İstiklâl Mahkemesi İstanbul basınının, aylar önce yine İstanbul İstiklal........





















Toi Staff
Gideon Levy
Tarik Cyril Amar
Stefano Lusa
Mort Laitner
Sabine Sterk
Robert Sarner
Ellen Ginsberg Simon