menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Çözüm için gözler neden Türkiye’de değil, Suriye’de?

28 2
29.01.2025

Türkiye’nin bol gözaltılı, operasyonlu sert gündemine bakınca yakın bir zamanda bu ülkede tarihi ve hayırlı bir iş olabileceğine inanmak kolay değil.

Ama 15 gün içinde Türkiye yakın tarihinin en çetin meselesi çözülebilir.

Bu çözümün anahtarı da Türkiye’de yaşananlarda değil, Suriye’de yaşanacaklarda olacak.

Önce bu süreci uzattığı elle başlatan Devlet Bahçeli’nin dün PKK’ya sert başlayıp sonu “bırakınız”, “açıklayınız”, “son veriniz” diye nazik hitaplarla biten çağrısına bakalım:

“Bu açıdan şanı, şerefi, tarihi ve vicdanı çok büyük olan Türk milleti, kaçınılmaz olan son vuku bulmadan ülkemize her türlü kötülüğü yapmış ve yapmak amacıyla pusuda bekleyen terör örgütüne ve bütün teröristlere bir kapı açmış bulunmaktadır. Geliniz, önce siz kendi iradenizle bırakınız. Pişman olduğunuzu, bu mücadelenin asla sonuç vermeyeceğini açıklayınız. Küresel güçlerin hizmetinde, bölgesel aktörler olmaya bir son veriniz. Son olarak DEM heyeti ile İmralı arasındaki görüşmelerin ‘terörsüz Türkiye’ye önşartsız destek olması ve beklenen çağrının bir an evvel açıklanması samimi dileğimdir.”

Şu cümlelerin altını bir kere daha çizmek gerek:

“Teröristlere bir kapı açmış bulunmaktadır”, “önşartsız olarak beklenen çağrının bir an evvel açıklanması samimi dileğimdir.”

Peki, Bahçeli’nin ‘samimi dileği’ gerçekleşecek mi? Ne zaman gerçekleşecek?

Cumhurbaşkanı Erdoğan önceki gün “Terörsüz Türkiye hedefimize adım adım yaklaşıyoruz” dedi.

Ama AK Parti sözcüsü Ömer Çelik’in, AK Parti MYK toplantısı ardından yaptığı açıklamalar kafaları karıştırdı.

“İmralı trafiği bitti” dediği başlıklarıyla verilen açıklamasında sslında Çelik, DEM İmralı heyetiyle partiler arsındaki trafikle ilgili bir soruya cevap vermişti:

“Muhabir: Dem Parti’nin AK Parti ile görüşmesi söz konusu mu?

Ömer Çelik: O ziyaret trafiği o süreçte tamamlandı. Bundan sonra beklenen terör örgütünün tasfiye edilmesiyle ilgili çağrının ortaya çıkması.”

Bu açıklama haberlerdeki gibi İmralı’ya bir daha ziyaret yok anlamına gelmiyor. Ama öyle anlaşılmaya müsait bir olumsuzluk içeriyor.

Örgütü ve Öcalan’ı devlette en iyi tanıyan isim olan Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın son katıldığı yayınlarda PKK’ya karşı kullandığı sert dil de dikkat çekici.

Peki, gerçekten süreçle ilgili bir kriz var mı?

DEM Parti’nin en etkili isimlerinden Tayyip Temel, Duvar’da çıkan yazısında çözüme destek içeren protokol cümlelerinden sonra şöyle dedi:

“Sayın Öcalan başta olmak üzere Kürt Siyasi Hareketinin tüm paydaşları bu döneme dair gerçekçi çözüm önerilerini yaparak pozitif destek sunacaklarını bir bir açıkladılar.

Peki ya devlet ve iktidar? Hala güven verecek, umut yaratacak tek bir adım atılmadığı gibi kamuoyuna ilan edilmiş bir niyet beyanı da yok.”

Dün DEM grubundan konuşan eşbaşkan Tülay Hatimoğulları da Öcalan’ın son görüşmesinden devletin tavrını eleştiren daha önce yayınlanmamış benzer notlar paylaştı:

“Öcalan ‘Bu üst üste binmiş kriz döneminde Kürt sorununun çözümü ve Türkiye’nin demokratikleşmesi ile ilgili oyalama, zaman kazanma, bekle-gör politikalarına tevessül etmek Türkiye halklarına yapılacak en büyük kötülük olur’ demiş.”

İlk çözüm sürecini bitiren devrimci savaş açıklamasını yapan PKK yöneticilerinden Bese Hozat, örgüte yakın Medya Haber TV’ye “Şu ana kadar bize önderlikten herhangi bir şey gelmedi. Yani bir mektup, doğrudan bir mesaj gelmiş değil. Fakat geleceğini düşünüyoruz, bekliyoruz. Geldiğinde de elbette değerlendireceğiz, ona göre de hareket edeceğiz” dedi.

Anlaşılan Devlet Öcalan’dan tevil edilmeyecek bir silah bırakma çağrısı yapmasını istiyor, sonra çözüm için diyaloğun başlayacağını söylüyor, İmralı ve örgüt ise öncesinde devletin bir adım atmasını talep ediyor.

Peki o adım ne?

DEM kaynaklı bazı haberlere göre bu adım silah bırakma kararı sonrası için yasal güvence.

Ama zaten devlet böyle bir çağrıyı, laf olarak söylenip geçilsin diye istemiyor, esas bu silah bırakmayı kalıcı hale getirilecek ardından atılacak adımlar.

O yüzden bu talep işi birinci çözüm sürecindeki gibi yine yokuşa sürmek olarak yorumlanıyor.

Çünkü esas mesele Türkiye’de değil, Suriye’de.

İstanbul’daki belediyelere, gazetecilere en son Gezi yüzünden Ayşe Barım’a uzanan gözaltı, operasyon baskısı varken çözüm süreci olmayacağını, hatta olmaması gerektiğini düşünen, analizleriyle temennileri birbirine karışmış çevrelerin zannettiği gibi o adımın atılması beklenen yer de Türkiye değil, Suriye.

Bu yüzden ilk çözüm sürecinde “seni başkan yaptırmayacağız” açıklaması yaptıran ülkenin batısındaki muhalif basıncın ve gizli endişenin sürecin akıbetine etkisi artık çok sınırlı.

Hala ilk çözüm sürecinin Erdoğan’ın başkanlık........

© Serbestiyet