menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Avustralya neden ve nasıl Filistin’i tanıdı?

23 0
23.09.2025

Avustralya Başbakanı Anthony Albanese, 11 Ağustos’ta kabine toplantısının ardından kameraların karşısına geçti ve ülkesinin Eylül’deki Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda Filistin devletini resmen tanıyacağını açıkladı. Konuşmasında şu cümle, yalnızca basit bir diplomatik beyan değil, tarihe not düşülecek bir kırılma noktası oldu:
“Dünyanın harekete geçmesine neden olan şeylerden biri de işte bu genişleyen yerleşimler ve Gazze’deki insani felaket. Artık dünya yeter dedi.”

Canberra bugüne dek hep beklemiş, Washington’un çizgisinden ayrılmamıştı. Filistin’in tanınması kartı hep müzakerelerin sonuna saklanmış, siyasi bir koz gibi elde tutulmuştu. Ama Gazze’de enkaz altındaki çocuklar, yardım bekleyen hastaneler, Batı Şeria’da her geçen gün büyüyen yerleşimler bu bekleyişi imkânsız hale getirdi. Albanese’nin çıkışı, Avustralya’nın diplomasi diline nadiren yansıyan bir açıklıktaydı.

Üstelik bu karar, aynı gün Londra ve Ottawa’dan da geldi. İngiltere, Kanada ve Avustralya’nın eşzamanlı çıkışı, Commonwealth ülkelerinin Batı’nın tek sesli İsrail politikasında gedik açtığını gösterdi. Washington’un giderek ikircikli hale gelen tavrı karşısında, Commonwealth üçlüsü farklı bir yol seçti: “Yeter.”

İngiltere’nin tarihsel yükleri, Kanada’nın diplomatik geleneği ayrı ayrı konuşulabilir. Ama asıl dikkat çekici olan Avustralya’nın bu noktaya nasıl geldiği. Çünkü bu ülkede meydanlarda aylardır yürüyen on binlerce insan vardı; “tanıma yetmez” diye haykıran kalabalıklar siyasetin kapısına dayandı. Albanese’nin sözleri, işte o meydanların sesiyle birleşti.

Peki bu karar, yalnızca bir diplomatik jest olarak mı kalacak, yoksa Batı’nın İsrail konusundaki çizgisini kökten değiştiren bir dönemeç mi olacak?

İngiltere ve Kanada – Ortak Adımın Çerçevesi

İngiltere’nin kararı, Commonwealth’in en ağır tarihiyle yüzleşmesiydi. Başbakan Keir Starmer, “barış olasılığını hayatta tutmak için hareket ediyoruz” derken aslında yüzyıllık bir yükün ağırlığını da taşıyordu. Çünkü Filistin meselesinde tarihin en karanlık satırlarından biri Londra’nın imzasını taşıyor. Balfour Deklarasyonu, Filistin Mandası, İsrail’in kuruluşuna verilen destek… Bugün hâlâ süren çatışmaların kökleri bu belgelerin satır aralarına kazınmış durumda. O yüzden Londra’nın Filistin’i tanıması, güncel bir hamle değil; tarih önünde gecikmiş bir itiraftı.

Starmer, Netanyahu’ya aylar önce açıkça uyarmıştı. Yerleşimler büyümeye devam eder, Gazze’deki yıkım sürerse Londra bu gidişata kayıtsız kalamazdı. Ve öyle de oldu. Çünkü sokaklar susturulamadı. Protestolar haftalarca devam etti, İşçi Partisi’nin genç tabanı geri adım atmadı, üniversite kampüsleri bayraklarla doldu. Londra hükümeti, sonunda meydanlardan yükselen bu sese kulak vermek zorunda kaldı.

Kanada cephesi de farklı değildi. Ottawa uzun yıllar İsrail’in sadık müttefikiydi. Ama Başbakan Mark Carney, “Bu karar Hamas’a değil, Hamas’ın sonunu isteyenlere destek” dediğinde bir kırılma yaşandı. Montreal’den Toronto’ya on binlerce insan yürüdü, Filistin bayrakları dalgalandı, çok kültürlü Kanada toplumunun sesi siyaset koridorlarını doldurdu. Carney, bu baskıyı görmezden gelemedi.

Hem İngiltere’nin hem Kanada’nın adımlarında ortak bir nokta vardı: Gazze’de yaşananların artık sıradan bir “çatışma” değil, uluslararası hukuk açısından tanımlanmış bir “soykırım” olması. Çocukların açlıktan ölmesi, hastanelerin işlevsiz bırakılması, su ve elektrik kaynaklarının kesilmesi — bunlar 1948 Soykırım Sözleşmesi’nin tanımladığı fiillerin doğrudan karşılığı. Uluslararası Adalet Divanı da bu gerçeği teyit etti; Güney Afrika’nın açtığı davada İsrail’in eylemlerinin soykırım riski taşıdığını karara bağladı. Dolayısıyla Londra’nın da Ottawa’nın da çıkışı, yalnızca diplomasi değildi; hukukun adını koyduğu suça karşı yüksek sesli bir itirazdı.

Üç Commonwealth ülkesinin aynı gün bu adımı atması, Batı dünyasında uzun süredir görülmeyen bir çatlak açtı. Washington hâlâ “zamanlama yanlış” gibi muğlak ifadelerin arkasına sığınırken, Londra, Ottawa ve Canberra çok daha net konuştu: Bu yaşananlar görmezden gelinemez.

Ve işte tam da burada,........

© Serbestiyet