menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Hercai menekşe gözlü mutant(an) kraliçe

8 0
yesterday

“Üçüncü Elizabeth”… Sinema sevdalısı annem Londra’dan üç Kraliçe Elizabeth çıktığını savunurdu. Daha yaşlı olan ikincisi ondan (herkesten) daha uzun yaşasa da, üçüncüsü Elizabeth Taylor… Annemin gözünde “dünyanın en güzel kadını”, güzellik kraliçesi.

“Kraliçe” unvanı oralardan gelince ve ilk ikisini o kürsüde düşününce makul mübalağalardan. Kraliçe II. Elizabeth tacını öyle almamış. I. Elizabeth desen, o da tablolarından pek öyle, “menekşeli menekşeli” bakmıyor.

Hem “Bakire Kraliçe” olarak anıyorlar tarihte; hiç evlenmemiş, sarayda yaşasa da ataerkil tarihe göre “evde kalmış”! O mevzuda da sekiz kez evlenen Taylor’la rekabet etmesi imkânsız.

Şık etiketler de itici

Lâkin Taylor annemin, o kuşağın propagandalarına rağmen hayatımda, filmografimde yer eden bir siluet değil. Eski kalmış belki… Zaten çocukluk, ilk gençlik starlarımızın ebeveynlerin sevdikleriyle uzlaşması, “kaide”ne de ters.

Çocukluk sinemalarımdaki yabancı film bolluğunda da ondan pek iz kalmamış. Dört saatlik Cleopatra’sını bile hayal meyal hatırlıyorum; -Woody Allen’ın kulakları çınlasın- Mısır’da geçiyordu galiba! Muhtemelen o film de Stanley Kubrick’in Ankara’da sinemalarda haftalarca oynayan “Spartacus”ünün gölgesinde kalmış. Onu hatırlıyorum.

Yazım için afişlere bakarken bile hem film, hem de Mısır Kraliçesi Taylor bana fazla “şık” geliyor. Tarihi filmlerde Hollywood’un gardırobundan çıkan gıcır gıcır kostümlerle düzenlenen “antik” defileler itici. Yıllar sonra AOÇ’deki sarayda rol alan “iki müphem bir çekirdek” muhafızlar gibi.

Türkan Şoray’ın gözleri

“En güzel kadın” yahut “kusursuz güzellik” nidasıyla dile getirilen oyuncuların filmleri de ayrı handikap. Kamera açısı hep ona ayarlı sanki. Güzellik deyince Taylor boyu, hep mücadele ettiği kilolarıyla da o dönemde genç kuşağın çekicilik profiline pek uymuyor. O mevzuda Ursula Andress, Raquel Welch gibi “James Bond kızları” gözde.

Onu herkesten ayıran “Menekşe gözlü kraliçe” unvanı da “seksapel” getirmiyor. Gençliğimizde güzellik, çekicilik tasnifimizde gözler ne kadar etkiliydi, bilemiyorum. Ama gözlerin tek başına alıp götürdüğünü sanmıyorum. Hatta gözleriyle öne çıkarılan ünlülerin bazen antipati yarattığını bile söyleyebilirim belki. Misal “Türkan Şoray’ın gözleri”…

Bir dönem dolmuştan minibüse, kamyondan otobüse ve direksiyonu biraz öyle dönen bilumum araçta kendi gözümüzden daha çok görmüşüz. Bir süre sonra dikiz aynasından sürmeli sürmeli o gözlerin yerini “kedi gözü” alıyor. Daha münasip sanki…

Nükhet Duru’nun “Türkan Şoray’ın Gözleri” şarkısını, methiyesini de hatırlıyorum. Biz onu “Melankoli”yle sevsek de biraz esrik, aksak duran sözleri şöyle: “Esmer salkım gibi, lütuf gibi, isyan gibi, öksüz gibi gözler /Sanki durur durur dargın dalı gözler /Binbir laf bir bakışa nasıl sığmış öyle /Sessiz yanarken siz biz tüteriz”.

Başka bir gözle bakabilmek

Özellikle vitrindeki insanlara yapıştırılan etiketler okumaları etkiliyor elbette. Hatta “şık” sayılan etiketler de… Elizabeth Taylor ile ilgili yıllar sonra okuduklarım çocukluğumda, gençliğimdeki ilgisiz yahut o “şık” etiketinden ibaret tahayyülümü belki yok etmiyor ama başka bir gözle bakma, öğrenme fırsatını veriyor.

Çok önemli… Taylor da hayatıyla, ta o yıllardaki duruşuyla farklı bir pencereden bakılmayı hak ediyor. Önce onu ayırt eden gözleriyle başlamam lâzım hikâyesine… Aslında Taylor yaratılıştan nadir, hatta rakipsiz. Menekşe rengi gözleri, uzun, gür, “çift sıra” kirpikleri var. Belki halk arasında sebatsız, uçarı “aşk hayatı”yla Hercai Menekşe…

Zeki Müren’in ayarı mı!

“Kardelen ve Hercai” efsanelerinin onu akla getirmesi için dönem medyası da elinden geleni yapıyor tabii. Eski arşivlere baktığımda onunla ilgili haberler “Liz yine evlendi”, “Taylor bu kez evlenmedi…” babından başlıklarla dolu. Ve........

© Serbestiyet