menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Ateşi arayan rüyalar

11 1
19.10.2025

“O eski kadınları bilirsiniz /Keder basınca bilhassa hatırlanan…”

Cemal Süreya’nın beni götürdüğü yerde, hayatımdan gelen geçen, gelip de geçmeyen ya da hayatına yetişemediğim eski fotoğraflarla, o “eski” kadınlarla da dolu bir albüm buluyorum. Bazısı yüzünden, bedeninden önce bakışları yaşlanan kadınlar. Bazısı benden çok genç, silueti eski fotoğrafların arasına karışmış.

Fotoğraflara çocuklukları, ilk gençlikleri sızsa da, çoğu objektife -istemeden- yakalanmış gibi. Eksik fotoğraflar; tebessümü eksik, çocukluğu, gençliği eksik, hayatı, mevsimleri, hatta hâlâ hürriyeti eksik. Tebessümü o ataerkil “stüdyo”laragiremiyor, alınmıyor zaten. Kahkahası her fırsatta, bahanede sorguda…

Uzak bakışlı kadınlar

Duyduysan, bildiysen, tanıdıysan… Evet, keder basınca bilhassa hatırlıyorsun onları. Öylece duruyorlar fotoğrafta. Ne yandan çeksen hüznü ağır basan sabıka fotoğrafları gibi… Çehreleri, o fotoğrafa bakan herkesi borçlu, mahçup, vefasız, tedirgin kılıyor sanki. Kılmalı…

Uzak bakışlı kadınlar… Devrine, yaşadığı dönemin insanlarına, hatta zaman zaman kendine uzak. Belli, herkese biraz yaban(cı)… Bir şekilde hep “aykırı”. Eski ama bugün de öyle bakan, fotoğrafından hâlâ bakan, gözlerinden, dudaklarının kıvrımından “el” yazısı kaderleri okunan kadınlar. Öncü, asi ama belli kırılgan…

Heykelin bedbaht tanrıçası

Heykelin bedbaht tanrıçası Camille Claudel fotoğrafından öyle bakıyor bana. Başı dik… Claudel 82 yıl önce bugün, 19 Ekim 1943’de öldü. Beklediğinden uzun sürdü ölümü… Otuz yılını geçirdiği akıl hastanesinde, 79 yaşında.

Lacivert olduğunu sonradan öğrendiğim gözlerinde, güzel, seyredilesi yüzünde o uzak bakış, o küskün sitem, yorgun bir başkaldırı. Teslim olunca da bakışlarındaki direnişi yitirmeyen tutsaklar gibi.

Yıllar süren, asla eşit olmayan, iç savaşa da dönüşen bir muharebenin yorgunu… Kendi deyimiyle “Düş gücünden, duygudan, yenilikten, zekâ ürünlerinden uzak, ışığa kapalı tıkanık kafalarıyla, dar görüşleriyle kadın sanatçıyı sömüren, onu ölesiye ezenlere” (¹) esir düşen kadının alabildiğine hüzünlü ama direnişçi bakışı…

Kadının “taş”la mücadelesi

Claudel’in hayatı, kadının yanısıra kadın emeğinin, yaratısının insafsızca sömürülmesinin de hikâyesi. Onun “taş”la mücadelesi, onu yontma, biçimlendirme çabası da kadın mücadelesinin derin metaforlarından birisi gibi geliyor bana. Kadının erkek egemen düzenle mücadelesi öyle.

Claudel kadına biçilen toplumsal role 150 yıl önce, çocukluğunda bile uymayı reddediyor, çamurdan, hamurdan, kanalizasyondan çıkardığı kilden, taştan insan figürleri yapıyor. Duygularıyla mânâ veriyor onlara. Lâkin onun kaidesinde ayağa kalkan o insanlar, o kadınlar ürkütüyor, öfkelendiriyor her türden iktidarı.

O dönemde kadınların Sanat Akademisi’ne girmesi yasakmış, kadının öyle şeylere merak sarması ayıpmış, uygunsuzmuş filan nafile. 17 yaşında Paris’e yerleşiyor. Ama erkeğin gölgesi yine peşinde. Onu bir yıl sonra Rodin’le yakalıyor. Nedense hep bir tür pelerinle tahayyül ediyorum Rodin’i.

Bir kadın mermere bastı…

Rodin’in “erkekler atölyesi”ne başlangıçta aşkın, gençliğinin hüsnü kabulüyle (de) sızan Claudel’in yaratılarının, emeğinin, yeteneğinin, varlığının hep sömürüldüğünü anlatıyor kaynaklar. O ilişki Rodin’in en verimli yılları. Hatta bazı kaynaklar Rodin’in eserlerini “Camille’den önce”-“Camille’den sonra” olarak ayırt ediyor: “Yalnız. Küçücük, mini minnacık kadın, ayağını beyaz mermere bastı ve işte o an tüm sayfa titredi.

Claudel’in “sadece erkeklere mahsus” bir sanat dalındaki eserleri de o koyu gölgede, o sert, köşeli piyasadaki fısıltıların gürültüsünde kalıyor. Bazısı “unisex” homurdanmalar; “Rodin’in tarzından farklı bir şey yapması asla mümkün değil. Rodin yardım etmiş olmalı… Eh! Öğrencisi, sevgilisi zaten”…

Kabul edildiği kadarıyla başarıları da “arkasında Rodin’in olmasına, o ‘dev’ desteğe” bağlanıyor tabii. Destek midir yoksa köstek mi, -ağırlığı ikinci şıktan yana olmak üzere- çok tartışılsa da… Her türden iktidarın ve yamaklarının dili kadına daha sivri, pervasız.

Bakın temsilcilerine 150 yıl önceki ifadeyi, mimikleri, öfkeyi, emanet kibri görürsünüz. “Çirkin kral”ın temize çekilmemiş asıl mânâsı oralarda, o ifadede. Kafa kâğıdında duygusal vesikalığı…

Cinsel-cinsiyetçi sansür

Claudel’in “çıplak figürlü” eserleri cinsel, varlığı cinsiyetçi sansürle kuşatılıyor. O ünlü “Vals ya da Valsçiler” heykelini Kültür Bakanlığı’na satmak istiyor; paraya çok ihtiyacı var. Bronz heykel beğenilmesine rağmen kadının boyu posu,........

© Serbestiyet