menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Dış politikada yalpalamaya devam

21 33
13.05.2024

Meslek hayatım 1973 ile 2014 arasında nerede ise 41 yıl devam etti. Bu süre zarfında ne yazık ki sorunlarımızın hiçbirini çözemediğimiz gibi sadece yenilerini eklemeye başardık desem korkarım gerçekçi bir yorum olur. Bu nedenle birkaç hafta önce Londra’da katıldığım bir toplantıda daha önce olduğu şekilde tanımadığım birisi bana Türk diplomasisini çok başarılı bulduğunu söylediğinde her defasındaki gibi benden alay edildiği sonucuna vardım.

Mesleğe girdiğimde Türkiye İkinci Dünya Savaşı sonrasında sürdürdüğü Batıya koşulsuz yakınlık döneminin son zamanlarındaydı. O dönemlerde Türkiye’yi yönetenler kendilerini Batı ile o kadar özleştirmişlerdi ki, Türkiye 1948 yılında kurulan İsrail devletini ilk tanıyan Müslüman ülke olmuş, dahası 1954-1962 yıllarında devam eden Cezayir’in Fransa’dan kurtuluş savaşında herhangi bir tereddüt duymadan Birleşmiş Milletlerde Fransa’yı desteklemişti. Avrupa Konseyine (AK) girdiğinde Avrupalı olmadığı iddiasıyla karşılaşmamış, NATO’ya girmek için mücadele vermiş, bu uğurda Kore Savaşına katılmıştı. Ülkemizin NATO’ya girmesine karşı tereddütler duyan ABD Yönetimine karşı en kuvvetli destekçimiz Çanakkale’de savaşmış, dolayısıyla Türk askerinin değerini bilen Birleşik Krallık Başbakanı Clement Attlee olmuştu. Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) kurulduktan kısa bir süre sonra ülkemiz ortaklık için müracaat etmiş, Avrupalı olmadığı cevabıyla karşılaşmamış, tam üyelik hedefini içeren Ortaklık Anlaşması 27 Mayıs 1960 askeri darbesinin getirdiği geciktirmeyle 1963 yılında imzalanmıştır. Oysa yıllar sonra Fas üyelik müracaatında bulunduğunda Avrupalı olmadığı gerekçesiyle talebi geri çevrilmişti. Gerçi müracaatımızın herhangi bir kar-zarar incelemesi yapılmaksızın sırf Yunanistan’dan geriye kalmamak için yapıldığı da bilinmektedir. Nitekim Albaylar cuntası zamanında AK’dan ayrılmaya zorlanan Yunanistan kendi ortaklık anlaşmasının gereklerini yerine getirmeye devam etmiş ve bu suretle 1974 yılında demokrasiye döndüğünde kısa zamanda Avrupa Birliğine (AB) dönüşen Topluluğa girme hazırlıklarını tamamlayabilmiştir. Oysa o tarihlerde ülkemizi yönetenler ters yönde gitmişler, ortaklığın gereklerinden hiçbirini yerine getirme ihtiyacını duymamışlardı.

Bu dönemde Türkiye’nin Batıdan ayrılma sürecinin başlangıçları meydana gelmiştir. İlke olarak savunmamız için topraklarımızda konuşlandığı varsayılan Jupiter nükleer başlıklı füzelerini ABD bize danışmadan 1962 Küba krizinde geri çekmiş, arkadan 1964 Kıbrıs krizinde ABD’nin temin ettiği silahları Kıbrıs’ta kullanmamıza izin verilmediğini bildiren Johnson mektubu gelmiş ve ABD’nin güvenilir bir partner olmadığı kanaati yayılmaya başlamıştı. AET’ne ideolojik bir şekilde “Onlar ortak, biz pazar” yaklaşımı ile bakan hem siyasiler hem de bürokratlar Avrupa ile bağların da gevşemesine kapıyı açmıştır. 1974 Kıbrıs harekâtı işe tuz biber ekmiş, özellikle ikinci harekattan sonra ülkemiz Kıbrıs konusundaki tezlerinin Batıda destek görmediğine şahit olunca başka yerlere bakmaya başlamıştır. Aynı sıralarda ekonomik kalkınmasının Batının benimsediği piyasa ekonomisiyle değil, üçüncü dünyanın takip ettiği devletçi, müdahaleci, plancı ancak o ölçüde israfçı bir modelle gerçekleşebileceği görüşü Dışişleri Bakanlığının içine kadar sirayet etmiş. Ve derin izler bırakmıştır. Ne yazık ki o dönemin ileri gelen akademisyenleri de Batı karşıtı ideolojilerini yetiştirdikleri öğrencilere aşılamakta çok başarılı olmuşlardır. Bunların belki en önde geleni olan Prof. Mümtaz Sosyal’ın son Sovyet lideri reformcu Gorbaçev’e 1991 yılında son demlerini yaşayan Komünist partisi aparaçikleri tarafından düzenlenen darbe girişimini “Cumhuriyet” gazetesi sütunlarında nasıl alkışladığı, ülkemizde piyasa ekonomisine geçişe karşı yazılarıyla nasıl mücadele ettiğini unutamadım. Kısa süren Dışişleri Bakanlığından AB ile yaptığımız Gümrük Birliği müzakerelerine karşı çıktığı için istifa ettiğine de bizzat şahit oldum.

Bu dönemin belki en önemli özelliklerinden biri Türkiye’nin dış politika hedeflerinin niteliği hakkında oluşmaya başlayan........

© Serbestiyet


Get it on Google Play