Zimbardo’nun Stanford deneyinden Le Guin’in Omelas’ına: Kötülüğe göz yummanın kötülüğü
Ünlü Stanford Hapisshane Deneyi ile bilinen psikolog Philip G. Zimbardo geçtiğimiz hafta hayatını kaybetti.
Zimbardo’nun 1971’de yaptığı bu deneye katılan gönüllüler mahkûm veya gardiyanlar olarak ayrılmış, gardiyan olarak seçilen deneklere özel üniformalar verilmiş, mahkûmları yönetmeleri ve kaçmalarını engellemeleri istenmişti. İki hafta sürmesi planlanan deney altıncı gününde sonlandırılmıştı. Çünkü gardiyanlar kendilerini rollerine öylesine kaptırmışlar ve bir deney içinde olduklarını öylesine unutmuşlardı ki çığırlarından çıkmışlar ve mahkum deneklere gerçekten de kötü muamelede bulunmaya başlamışlardı.
Deney, sıradan insanların nasıl da kolaylıkla ve süratle birer canavara dönüşebileceğini gösteriyordu.
Bu deneyden on yıllar sonra, Amerikan askerlerinin Ebu Garib cezaevindeki Iraklı mahkumlara yaptıkları işkenceler yargılamaya konu olunca Zimbardo sanık Amerikan askerlerinden birinin davasına uzman görüşü sağlamak üzere katıldı. Zimbardo mahkemede askerin bireysel sorumluluğunun yanı sıra bu askeri yapılandıran hiyerarşik sistemin belirleyiciliğinin de dikkate alınması gerektiğini öne sürdü.
Zimbardo o dava ve askerle ilgili sonradan şunları söyleyecekti:
“Bu asker kuşkusuz suçluydu. Ama bir yandan da onun olağanüstü seviyede vatansever bir Amerikan askeri olduğunu ve Ebu Garib’deki bu korkunç sistemin içinde sıkışmış olduğunu gördüm. (…) Askeri istihbarat görevlileri ve CIA hapishane yönetimine giderek gece vardiyasındaki nöbetçilerin acımasızlaşmaları ve mahkumların iradelerinin bir şekilde kırılması gerektiğini; böylece kendileri sorguya başladıklarında mahkumların suçlarını itiraf edeceklerini, kendileri görmediği sürece istedikleri her şeyi yapabileceklerini belirttiler. Böylece gece vardiyasındaki askerler mahkumlara işkence için onay almış oldu. Sonrasında da yaptıkları her şeyin fotoğrafını çektiler ve bu görüntüleri başkalarıyla paylaşmakta bir sakınca görmediler. Çünkü yaptıkları şeylerin gurur duyulası olduğunu düşünüyorlardı.”
Tipik bir “Eichman” olayıyla karşı karşıyaydık.
Zimbardo bu davadan sonra, sıradan insanın canavarlaşmasını anlattığı Lucifer Effect (Şeytan Etkisi) kitabını yayımladı.
Stanford deneyiyle hiçbir ilgisi yok ama o deneyden iki yıl sonra Ursula K. Le Guin’in “Omelas’ı Terk Edip Gidenler” (The Ones Who Walk Away from Omelas) isimli kısa öyküsü yayımlandı (1973).
Spekülatif kurgu veya mini ütopya/distopya diyebileceğimiz bu öykünün ilk sayfalarında Le Guin bize mükemmel bir toplum anlatır: Hemen her bakımdan mutluluk, refah ve barış içinde yaşayan bir toplum.
Mesela öykünün başlarında kentteki büyülü yaz şenliği anlatımı şöyledir:
“Atların koşumları yoktu, yalnızca gemsiz yularlar takılmıştı. Yeleleri altın, gümüş ve yeşil renkli şeritlerle süslenmişti. İleride, Omelas’ı körfez boyunca yarı yarıya çevreleyen kuzey ve batı dağları uzanıyordu. Sabah havası öylesine berraktı ki, masmavi göğün altında, Onsekiz Tepeleri’ni taçlandıran karlar güneş ışığının aydınlığıyla millerce uzunlukta beyaz-altın rengi parıltılar saçıyordu…”
“Coşkulu! Coşku nasıl anlatılır?........
© Serbestiyet
visit website