Öfkelendiklerini affedememe kaygısına kapılmış birinin kişisel iç dökmeleri
Salı akşamında başlayan, Çarşamba sabahında ivmelenerek büyüyen olayları iktidarcı televizyon yorumcularına iltimas geçerek izledim. Ne duyacağımı biliyordum fakat yine de böyle bir tercihte bulundum. Aslında bir tercih de değildi; kumandayı, nedeni üzerinde düşünmeden daha çok oralara yönlendiriyordum. Mesaimin bir noktasında buldum nedenini: Konuşan onlarca kişi arasından hiç değilse birkaçının hiç değilse rahatsızlık imâsında bulunması ümidiyle tuşluyordum iktidar kanallarını. Tabii ki boşa çıktı umudum.
Onları izlerken onlara duyduğum öfkenin nefrete dönüşmesinden, içimde bu zehirle birlikte yaşamak zorunda kalma ihtimalinden fena halde korktuğumu hissettim. İşte o zaman Serbestiyet’te altı yıl önce anlattığım kişisel bir hikâye bu defa bambaşka bir bağlamda yine düştü aklıma.
Önce hikâyeyi hatırlayalım…
“12 yaşındaydım, devlet parasız yatılı sınavlarını kazanmıştım ve yolum, altı senelik bir macera için Haydarpaşa Lisesi’ne düşmüştü.
“İlk günlerde yaşadığım şey, bir tür ruh yıkımıydı. Buz gibi yatakhaneler, loş ve ıssız koridorlar, moral bozucu kalitesizlikte yemekler…
“İlkokulda ve mahallede arkadaş eksikliği çekmemiştim, hatta arkadaş canlısı biri olarak bilinirdim, fakat o koşullarda başlangıçta arkadaş edinmekte çok zorlandım.
“Nihayet bir gün sınıftan birini gözüme kestirdim. Sıcakkanlı gibiydi, dost olunabilir gibi görünüyordu. Hatta başlayacak muhtemel bir arkadaşlığın hayat boyu sürme ihtimalini bile sezdirecek kadar dost canlısı görünüyordu. Bir teneffüste sevinçle, coşkuyla yanına........© Serbestiyet
