Bir patikaya girmek ve oradan çıkamamak: Narin cinayeti gazeteciliği
Takdir görmek, beğenilmek, onaylanmak insanın psikolojik ihtiyaçları arasında muhtemelen en başta geleni… Bu ihtiyacı doyuma ulaştırmada karşısına çıkan fırsatları değerlendiremeyen biri şayet bunun suçunu başkalarına yansıtamıyorsa öfkenin en belalılarından birine dûçar olur: Kendi benliğine karşı duyduğu öfke.
Fakat onaylanma ihtiyacını karşılama potansiyeli taşıyan fırsatlar aynı zamanda birer tuzaktır: İnsan, o fırsatı elinden kaçırmamak için yan yollara sapabilir, benimsediği ilkeleri esnetebilir, hatta kendine itiraf etmeden kendisini kandırabilir.
Kamuoyunda ilgiyle izlenmekte olan ya da yayımlandığında ilgiyle izleneceği apaçık olan ‘büyük’ haberler gazeteciler için bu türden tuzaklar içerir. Böyle durumlarda gazeteciler haberlerinin bir an önce yayımlanması kaygısıyla mesleklerinin en temelde bir kuşku mesleği olduğunu unutabilirler, en azından bu melekelerini gevşetebilirler ve sonradan doğru olmadığı ortaya çıkacak haberlere imza atabilirler.
Bu gazetecilik tuzağına tam 20 yıl önce ben de düşmüştüm. Önce hatamı kabul edip okurlardan özür dilemiş, fakat huzursuzluğum dinmeyince genel yayın yönetmeni olduğum dergiden istifa etmiştim.
Bu yazıya bu örnekle başlamak, böylece nasıl bir ‘tuzak’tan söz ettiğimi, öznesi olduğum ‘büyük’ bir haber üzerinden anlatmak istiyorum.
2005 yılında bir yandan İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde haber analizi derslerine giriyor, bir yandan da Aktüel dergisinin genel yayın yönetmenliği görevini sürdürüyordum.
O yılın Eylül ayında Aktüel dergisi çok çarpıcı bir kapak haberiyle çıktı: “Eski Ermeni Patriği Kalustyan’la eski Diyanet İşleri Başkanı Lütfi Doğan kardeş…”
Haber kaynağımız Almanya Ermeni Cemaatinin lideri ve Ermeni Kilisesi’nin saygın başpiskoposu Karekin Bekçiyan’dı ve o da bu bilgiyi bizzat Kalustyan’dan duymuştu, hem de defalarca. Bekçiyan’ın dergiye yaptığı açıklamanın ardından, söyleşiyi henüz haberleştirmeden yaptığımız araştırmada, doğruluğu konusunda bugün de kimsenin itirazı olmayan şu bilgilere ulaştık: Tehcirden (1915) sonra bir süre annesiyle birlikte yaşayan Kalustyan’ın daha sonra annesiyle irtibatı kopmuş, çocukluğunu Lübnan’daki bir Ermeni yetimhanesinde geçirmişti. Annesi ise kaldığı Yozgat’ın İğdeli köyünde bir Müslümanla yeniden evlenmiş, ondan da çocukları olmuştu. Kalustyan’ın annesi, hayatının son döneminde, artık bir patrik olan oğluyla yeniden buluşmuş, hatta son günlerini İstanbul’da, oğlunun yanında geçirmişti. Fakat bizim haberimizin iddiası şuydu: Kalustyan’ın annesinin Müslüman kocasından olan çocuklarından biri, eski Diyanet İşleri Başkanı Lütfi Doğan’dır!
Bekçiyan’ın sözleri elimizdeki ses kaydı alıcısında kendi ağzından sabitti; bunu yeterli gördük ve haberi........
© Serbestiyet
