Ahmet Davutoğlu Serbestiyet için yazdı: Stratejik Derinlik tezinin uygulama alanı olarak Türkiye-Suriye ilişkileri: Ne yaptık, ne yapmalıyız?
Suriye krizinin başladığı 2011 yılından bu yana Esad rejiminin işlediği insanlık suçlarını örtbas etmek ve genelde Türkiye’yi,özelde beni sorumlu sandalyesine oturtmak isteyenler,Stratejik Derinlik tezini itibarsızlaştırmak için yoğun bir algı operasyonu yürüttüler. Türkiye’nin Soğuk Savaş sonrası dünya ölçekli uluslararası konumunu ele almaya çalışan Stratejik Derinlik tezinin (2001’de yayınlanan kitabımın başlığı) Suriye krizine indirgenmesi akademik olarak tutarsızlık, siyasi olarak basit bir fırsatçılıktı. İktidar yanlılarının “başarıyı kendi hanelerine, başarısızlığı ise her tür saldırıya açık bir eski bakana/başbakana” yükleme Makyavelizm’i, muhalefet yanlılarının ise tarih bilincinden yoksun içe kapanmacı yaklaşımı bu indirgemeci tavrınzihinsel arkaplanını oluşturdu.
Suriye’deki gelişmelerin akabinde yaklaşık çeyrek asır önce yazdığım bir kitabın başlığı olan bu tezin adil ve objektif bir şekilde değerlendirilmesinin mümkün hale geldiğini düşünüyorum. Daha detaylı olarak bir kitapta ele almayıplanladığım bu süreçler, aynı zamanda Türk dış politikasında yeni bir paradigma kurma çabasının tarihçesini de oluşturmaktadır.
Hiç şüphe yoktur ki bu paradigma değişiminde, Başbakan ve Cumhurbaşkanı olarak bu dönemlerin tümünde yürütmenin başında bulunmuş Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın veBaşbakan (2002 Kasım-2003 Mart), Dışişleri Bakanı (2003-2007) ve Cumhurbaşkanı (2007-2014) olarak görev ifa etmiş Sayın Abdullah Gül’ün siyasi iradelerinin yönlendirici ve belirleyici bir etkisi olmuştur. Benim de Başdanışman (2002-2009), Dışişleri Bakanı (2009-2014) ve Başbakan (2014-2016) olarak içinde olduğum süreçlerde bu tezin öngördüğü şekilde,- Komşu ülkelerle ve yükselen küresel güçlerle kurduğumuz Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliğiKonseyleri ile stratejik/diplomatik/ekonomik derinliğimizin güçlenmesini;- Çevre havzalarda oluşturulan kurucu mekanizmalarla bölgesel istikrar derinliğinin tahkim edilme çabalarını;- Üçlü mekanizmalar üzerinden çevre bölgelerde Türkiye-odaklı işbirliği alanlarının derinleştirilmesini;- Asya derinliğinde Türk Konseyi’nin (2009) kurulmasını,- Büyük güçlerin rekabet alanına dönüşmekte olan Afrika’da stratejik/diplomatik/ekonomik derinliğimizin güçlenmesini;- Son derece sınırlı ilişkilerimizin olduğu Latin Amerika ve Karayipler bölgesindeki açılımlarla Atlantik ötesi stratejik/diplomatik/ekonomik derinliğimizin genişlemesini;- Doğu Asya ve Pasifik bölgelerindeki stratejik/diplomatik/ekonomik derinliğimizin tahkim edilmesini;- Küresel ve bölgesel ölçekli uluslararası örgütlere üye, gözlemci ya da işbirliği ortağı olarak katılmak suretiyle diplomatik derinliğimizin kurumsal nitelik kazanmasını;- BM’deki kurumsal etkinliğimizin derinlik kazanmasını;- Avrupa derinliğimizin kurumsallaşması için AB ile yaptığımız 18 Mart 2016 mutabakatı ile vize serbestliğinde, Gümrük Birliği anlaşmasının revizyonunda ve müzakerelerde sağlanan ancak bizden sonra akamete uğratılan ilerlemeyi, – Çok sayıda ikili arabuluculuk çalışması yürüterek barış diplomasisi algımızın güçlenmesini;- Dost ve kardeş ülkelerdeki iç gerilimleri aşmak için çok sayıda ulusal uzlaşı çalışmalarına katkıda bulunulmasını;- Bölgesel istikrar için dost ülkelerde stratejik nitelikli askeri üsler kurulmasını;- Diplomaside ince güç (soft power) araçlarının etkin kullanılarak kültürel, sosyal ve ekonomik alanlardaki diplomatik derinliğimizin artırılmasını;- Türk Diplomasisine özgün kavramsal çerçevelerkazandırılmasını;
yok sayanlar ya da görmek istemeyenler Esad rejiminin dış payandalarla bir müddet daha ayakta kalmış olmasını “Stratejik Derinlik” tezinin çöküşüne delil olarak ileri sürdüler.
İşin daha acısı, dış politikadaki paradigma değişimini ve hamlelerini kabullenenlerin ve bu hamlelerin meyvesini yiyenlerin de bu saldırılar karşısında ya sessiz kalmayı ya da küçük siyasi hesaplarla bu saldırıları teşviki tercih etmeleriydi.Bütün bu hamleleri sahiplenirken küçük siyasi hesaplarla bu hamlelerin zihni altyapısı olarak görülen Stratejik Derinlik tezinin “günah keçisi” olarak gösterilmesine çanak tuttular.
Bu ülkenin vicdanı ve aklı esir alınmamış aydınlarını ve siyasetçilerini bu kritik süreçte samimi bir yüzleşmeye davet ediyorum. Yanlış anlaşılmasın, niyetim eleştirenleri suçlamak değil. Eleştirilmeyen bir ilim adamı hiçbir özgün tez üretememiş, eleştirilmeyen bir siyasetçi aslında özgün bir siyaset ortaya koyamamış demektir. Ancak okumadan eleştirmek, olgularla kişiler arasındaki ilişkilerde seçici davranmak, yorumları kişilerin güç sahibi olma durumuna göre ayarlamak akademisyen olarak ahlaki tutarsızlık, siyasetçi olarak fırsatçılıktır.
Şimdi hem Stratejik Derinlik tezini yeniden yorumlama hem de geçmişten ders çıkararak Türkiye’nin en uzun sınıra sahip olduğu komşusu Suriye ile ilişkileri doğru bir zeminde yeniden değerlendirme vaktidir.
Soğuk Savaş Sonrası Bir Paradigma Değişimi Olarak Stratejik Derinlik
Stratejik Derinlik tezinin öngördüğü en önemli varsayım değişikliği, Türkiye’nin artık Soğuk Savaş döneminde olduğu gibi bir kutbun ‘kanat ülkesi’ olarak değil, tarihin büyük bir ivmeyle aktığı bir stratejik ve jeopolitik ortamın ‘merkez ülkesi’ olarak görülmesi ve politikaların buna göre şekillenmesi gerektiğiydi.
Böylesi bir stratejik varsayım değişimi merkezden çevreye doğru yayılan bir düzen ve istikrar anlayışını beraberinde getiriyordu. Komşu ülkelerden yakın kara havzasındaki bölgelere (Balkanlar/Doğu Avrupa-Kafkaslar-Ortadoğu/Batı Asya), oradan yakın deniz havzasına (Karadeniz-Doğu Akdeniz-Körfez-Hazar) ve yakın kıta havzasına (Avrupa- Kuzey Afrika- Güney Asya, Orta ve Doğu Asya) yayılan stratejik analizler, öngörüler ve teklifler yöntem olarak benimsediğimiz tarihi ve coğrafi süreklilik unsurlarına dayalı yaklaşımın doğal sonucuydu. Dış politika uygulamalarında kullandığımız ‘kriz değil vizyon yönetimi’, ‘düzen kurucu rol’, ‘yumuşak güç’ ‘vizyoner insani diplomasi’, ‘karşılıklı jeopolitik, jeoekonomik ve jeokültürel etkileşim’, ‘komşularla sıfır sorun’, ‘ritmik diplomasi’, ‘Afrika; Latin Amerika ve Pasifiklere yeni açılım politikaları’ gibi kavramlar, ilkeler ve politika önermeleri aslında Stratejik Derinlik yaklaşımının yansımalarıdır.
Bu bağlamda başdanışmanlık görevini üstlendikten sonra farklı konuşmalarda dile getirdiğim yeni dış politika ilkeleri Stratejik Derinliğin teorik çerçevesinden uygulama pratiğine geçişin anahtar çerçevesini oluşturdu: (i) özgürlük-güvenlik dengesi, (ii) komşularla sıfır sorun ve etkin bölge politikaları,(iii) merkez ülke anlayışıyla çok-boyutlu ve çok kulvarlı dış politika, (iv) yumuşak güç ağırlıklı yeni bir diplomatik üslup ve (v) sınır ötesi bölgelere ve uluslararası örgütlere yönelik yeni açılımlara dayalı ritmik diplomasi.
Bu bağlamda Stratejik Derinlik, bazılarının okumadan iddia ettikleri ya da Türkiye-merkezli bir yaklaşımı tehdit olarak görenlerin önyargılı yaklaşımlarında itham ettikleri gibi, “Yeni Osmanlı”cı bir hükümranlık doktrini değildi. Balkanlarda Balkan Savaşı, Kafkaslarda 93 Harbi, Ortadoğu’da ise BirinciDünya Savaşı sonrası dağılan bölgesel etkileşim alanlarının tekrar kurulmasıyla Türkiye’nin etrafında devletler arasında eşitlik ilkesine dayalı bir bölgesel düzenler sistematiği oluşturmaktı. Nasıl Avrupa Birliği düşüncesi Kutsal Roma Germen imparatorluğunu ihya etmeye indirgenemezse, bölgesel ekonomik, sosyal ve kültürel entegrasyonlar fikrine dayanan Stratejik Derinlik tezi de maceracı bir yeni-Osmanlıcı yaklaşıma indirgenemez.
Bu tezin komşu ülkeler ve bölgelerle ilgili esasları da şu beşana temelde özetlenebilir: (i) 1916’da İngiliz ve Fransız sömürgecilerinin gizli bir anlaşma ile çizdiği Sykes-Picot haritasıyla şekillenen güney sınırlarımız başta olmak üzere Türkiye’nin sınırları -İran sınırı hariç- tarihin sınamasından geçmiş doğal sınırlar değildir; (ii) birçok yerde şehirleri ve köyleri bölen bu sınırlar, ancak ve ancak karşılıklı iyi ilişkiler ve yoğun siyasi, ekonomik ve kültürel etkileşimlerle barışçıl niteliğini koruyabilir; (iii) istenmeyen gerilim ve savaş şartlarında komşu ülkeler kendi sınırlarını koruyamaz hale geldiğinde Türkiye’nin güvenliğini doğal olmayan sınırlar temelinde sağlamak zorlaşır ve sınır ötesindeki doğal hatları göz önünde bulundurmak gerekir; (iv) Türkiye’nin uzun dönemli stratejik algısında asli hedef komşu halkların vicdanlarında doğru bir zemin kazanmaktır; (v) bölgesel sorunlar küresel güçlerin rekabetlerine ve istismarlarına izin vermeyecek şekilde bölgesel sahiplenmeyle çözüme kavuşturulmalıdır.
Stratejik Derinlik Tezinin Sınama Alanı Olarak Suriye
Bu temel ilkelerin en önemli sınama alanı Suriye olmuştur. 2002 Kasım’ında göreve başladığımızda o zamana kadar ilişkilerimizin neredeyse donma noktasında olduğu Suriye ile yeni bir dönemin başlamasını yeni dış politika paradigmasının da en önemli ayaklarından biri olarak görüyorduk.
Neden Suriye? Çünkü Suriye,- Stratejik Derinlik’te zikrettiğim Batı Asya-Kuzey Orta Doğu- Mezopotamya- Levant- Doğu Akdeniz havzalarının etkileşim ülkesiydi;- bölgenin en önemli sorun alanları olan Filistin, Lübnan ve Irak’a aynı anda komşu olan yegane ülkeydi;- 911 km ile en uzun sınırlara sahip olduğumuz komşumuzdu ve bu sınır boyunca şehirler ve köylerbölünüp akraba topluluklar birbirinden koparılmış, sınıra döşenen mayınlar Türkiye ile Ortadoğu arasında Berlin Duvarı benzeri bir ayrım hattı oluşturmuştu;- lojistik açısından Türkiye’nin Ortadoğu’ya açılan en geniş kapısıydı;- Kıbrıs sorunu başta olmak üzere Doğu Akdeniz dengelerinde ana aktörlerden biriydi.
Bu çerçevede Stratejik Derinlik Perspektifi açısından Türkiye-Suriye ilişkilerinde üç farklı dönem yaşandı:I. Barışçıl Düzen Kurucu Tez Olarak Stratejik Derinlik: Bölgesel Entegrasyon ve Suriye (2003-2011)
10. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in son derece doğru bir kararla Hafız Esad’ın cenazesine katılımıyla yumuşamaya başlayan ilişkiler, ABD’nin Irak müdahalesi öncesi Başbakan Abdullah Gül’ün “Irak’a Komşu Ülkeler Zirvesi” hazırlıkları bağlamında 4 Ocak 2003’te yaptığı ziyaretle yeni bir denkleme oturdu. 2003-2009 yılları arasında Başbakan Başdanışmanı sıfatıyla yaptığım Şam ziyaretlerinde gerek Başbakan Erdoğan’ın gerekse Cumhurbaşkanı Gül’ün mesajlarını bizzat iletirken devlet katında Suriye konusundaki stratejimizi uygulamaya koymuştuk. Buna göre, Suriye ile ilişkilerimizi ekonomik entegrasyona gidecek şekilde derinleştirecek, bunun için de Bush yönetiminin ve o dönem Amerikan yönetimine hakim neo-conların ilan ettiği Şer Ekseni’nin bir ayağı olarak görülen Suriye’nin uluslararası izolasyondan çıkarılması için mücadele edecektik.
Bu temel çerçevede, 2003-2009 arasında Suriye ve çevresindeki krizlerin çözümüne odaklandık. Dışişleri Bakanlığı görevine geldiğim 2009 yılından sonra ise Suriye ile ilişkilerimizi karşılıklı saygı içinde ekonomik entegrasyona yönelik derinleştirme doğrultusunda kapsamlı bir strateji ortaya koyduk.
Bu bağlamda bölgesel krizler ve uluslararası ilişkiler alanında,- Irak savaşı sonrası Suriye ile Irak konusundakiistişarelerimizi derinleştirdik;- Lübnan’da Refik Hariri suikastı sonrası Suriye’ye uygulanan izolasyon karşısında Suriye’nin izolasyondan çıkabilmesi için net bir tavır sergiledik ve Saad Hariri ile Beşşar Esad arasında bir arabuluculuk kanalı oluşturduk;- 2006 yazında Lübnan’da Hizbullah ile İsrail arasında yaşanan savaştan sonra askeri birliklerimizin Suriye’den geçmesi başta olmak üzere askeri ve güvenlik ilişkilerimizi güçlendirdik;- 2007-2008’de Lübnan Cumhurbaşkanlığı krizinin aşılmasında birlikte çaba gösterdik ve 17 Mayıs 2008’de Mişel Süleyman’ın Cumhurbaşkanı seçilmesini sağladık;- İsrail’in 6 Eylül 2007’de Deyrezzor’daki nükleer çalışmalar yapıldığını iddia ettiği tesise yöneliksaldırısında Suriye’nin yanında yer aldık ve ABD ile Suriye, Suriye ile İsrail arasında arabuluculuk yaptık;- 2008’de Golan Tepeleri’nin işgalden kurtarılması için İsrail ile Suriye arasında beş tur süren dolaylı barış görüşmelerine arabuluculuk ve ev sahipliği yaptık;- 2006 ve 2008-2009 Gazze savaşlarında Filistinli grupları desteklemek ve ateşkes sağlamak üzere birlikte çaba gösterdik;- 19 Ağustos 2009’da Bağdat’ta Irak Dışişleri ve Maliye bakanlıkları başta olmak üzere kamu binalarına yönelik saldırılar nedeniyle gerilen Irak-Suriye ilişkilerinde arabuluculuk yaptık ve Dışişleri Bakanları arasında Irak-Türkiye-Suriye üçlü mekanizmasını kurduk.
İkili ilişkiler ve bölgesel vizyon alanında,- 22-23 Aralık 2009’da iki ülke arasında “Yüksek Düzeyli İşbirliği Konseyi”ni kurduk ve yapılan ortak kabine toplantısında 50 anlaşma imzaladık;- Bu anlaşmalar çerçevesinde Suriye kurumlarının modernizasyonu için danışman heyetleri gönderdik ve ortak komiteler oluşturduk;- 2010 yılında kimliklerle seyahat edecek şekilde vizeleri kaldırdık; sınır kapılarını açtık ve mayınlı alanları temizledik;- Ekonomik entegrasyonun bir parçası olarak Serbest Ticaret Anlaşması imzaladık;- Gaziantep ile Halep arasında planlanan hızlı tren başta olmak üzere iki ülke arasındaki ulaştırma, lojistik ve enerji hatlarını........
© Serbestiyet
