Bu düzen bitmiştir, şimdi sosyalizm için işçi sınıfı göreve
İçinde bulunduğumuz dönem, kapitalizmin yalnızca konjonktürel bir dalgalanma değil, yapısal, tarihsel ve geri dönüşsüz bir kriz yaşadığı dönemdir. Dünya çapındaki ekonomik dalgalanmalar, savaşlar, çevresel yıkım ve derinleşen eşitsizlikler; sistemin kullanım ömrünü doldurduğunu ve tarihe karşı iflas ettiğini göstermektedir.
Bu kriz, basit bir ekonomik kötüleşme olmaktan uzaktır; aksine, insanlığın gelişim imkanlarının tıkanmasıdır. Yani, tüm üretim ve teknoloji potansiyeli insanlık adına değil, insanlığın yıkımı için kullanılmaktadır. Kapitalizm, artık bir ilerleme dinamiği değil, bir yıkım aygıtıdır.
Bugün teknoloji, bilgi ve üretim kapasitesi zirvedeyken; insanlık hâlâ yoksulluk, açlık ve savaşla boğuşuyorsa; bu, sistemin tarihsel sınırlarına ulaştığının, insanlığa sunabileceği hiçbir şeyin kalmadığının en açık kanıtıdır. Emperyalist-kapitalist sistemin bu krizi, geçici çözümlerle aşılamayan ve sistemin artık devam edemeyeceğini gösteren tarihsel bir tıkanma halidir.
Bu tarihsel tıkanma, çevre ülkelerde çok daha derin ve yıkıcı etkiler yaratmaktadır. Türkiye bu anlamda, kapitalizmin krizi ile ulusal ölçekteki sınıfsal tahakküm ilişkilerinin üst üste çakıştığı, işçi sınıfına yönelik saldırıların sistematikleştiği bir örnek olarak öne çıkmaktadır. Türkiye kapitalizmi, bağımlı ve kırılgan yapısıyla, uluslararası sermaye hareketlerine açık kırılgan ekonomisiyle, krizi katmerli bir sömürü ve yoksullaşma sürecine dönüştürmektedir. 2018 sonrası derinleşen kriz, sadece makroekonomik bir sıkışma değil, sermaye birikim rejiminin tıkanmasına paralel olarak geliştirilen, emeğin daha da değersizleştirildiği ve işçi sınıfının tüm kazanımlarının gasp edildiği yeni bir yeniden yapılanma sürecini işaret etmektedir.
Bu sınıfsal yeniden yapılanma, sermaye sınıfının tarihsel ve güncel çıkarları doğrultusunda şekillenmiştir; AKP dönemi ise bu sürecin en yoğun, sistematik ve kurumsallaşmış evresidir. AKP iktidarı, sermaye sınıfının siyasal temsilcisi olarak onun çıkarlarıyla tam bir uyum içinde hareket etmiş; neoliberal politikaları hayata geçirirken emekçi sınıflar üzerindeki kurumsal ve ideolojik tahakkümü pekiştirmiştir. Böylece kriz koşulları, sermaye sınıfı adına işçi sınıfına fatura edilen çok katmanlı ve eşgüdümlü bir saldırı sürecine dönüştürülmüştür.
Bugün Türkiye işçi sınıfı tarihsel ölçekte ağır bir ekonomik saldırı altındadır: Ücretlerin baskılanması, enflasyonun ve kur krizlerinin yükünün doğrudan emekçilere yansıtılması, sosyal hakların tırpanlanması, bu stratejinin temel bileşenleridir. Kronikleşen işsizlik ve istihdamın güvencesizleşmesi, işgücünün büyük bir bölümünü asgari ücret ya da onun altında ücretlerle yaşamaya zorlamaktadır. Kıdem tazminatı ve emeklilik hakları sürekli tehdit altındayken, taşeronluk, güvencesiz çalışma, çağrı üzerine iş gibi emeğin esnekleştirilmesi politikaları, sınıfı bölünmüş, örgütsüz ve edilgen hale getirmektedir.
Bu saldırı dalgasının en çıplak ve en kanlı boyutu ise iş cinayetleridir. Üretim maliyetlerini düşürme, hız baskısı ve denetimsizlik, her gün yüzlerce işçinin ölümle burun buruna çalışmasına yol açmaktadır. Şantiyelerde, madenlerde, fabrikalarda ve tarlalarda yaşanan bu cinayetler tesadüf değil; sermaye birikimi için göze alınan ve sistemin normalleştirdiği bir yok ediş pratiğidir. Her bir ölüm, devletin ve sermayenin ortak sorumluluğunda gerçekleşen, cezasızlıkla beslenen sınıfsal bir infazdır. İşçinin yaşamı değil, kârın sürekliliği kutsal kabul edilmektedir.
Sermaye düzeni, işçiyi yalnız üretim alanında değil, yaşamın tüm alanlarında nefessiz bırakmaktadır. Barınma krizinin kalıcı hale gelmesi, sağlıklı beslenmenin bir ayrıcalığa dönüşmesi ve kamusal hizmetlerin........





















Toi Staff
Penny S. Tee
Gideon Levy
Sabine Sterk
Mark Travers Ph.d
Gilles Touboul
John Nosta
Daniel Orenstein