Bir süreç ve dönem okuması
“Türkiye siyaseti yeniden şekillenirken sosyalist strateji” dosyasındaki diğer yazılara ulaşmak için tıklayınız.
Kürt sorununda çözüm meselesinin âniden ve içerik, özneler açısından da sürprizli bir biçimde gündeme gelişi siyaset alanında taşları yerinden oynattı. Bahçeli’nin beklenmedik çıkışıyla ve Öcalan’ı direkt muhatap alarak başlatılan süreç, her politik öznenin olgu karşısında kendine yer tayin etmesine yahut mevcut duruşunu berkitmesine sebep oldu hâliyle.
Yerel seçim öncesi dönemde yeni bir barış sürecinin söz konusu olabileceğini belirten veya öngören birkaç isim varsa da o günlerin konjonktürünün böyle bir ihtimali neredeyse tamamen dışladığı aşikârdır. O vakitler daha olası görünen şey Rojava’ya veya Güney Kürdistan’a askerî operasyonun derinleştirilmesiydi. Lâkin HAMAS’ın El Aksa Tufanı Operasyonu’nun bölgedeki etkileri bu iki zıt tahmine de mantıkî bir zemin sunuyordu. Ancak yerel seçim döneminde HAMAS’ın huruç harekâtının yarattığı kökten, dramatik sonuçlar da henüz tam olarak su yüzüne çıkmış değildi.
Tüm bunlar bir yana, o günlerin atmosferini ve iç dengelerini, dinamiklerini göz önünde tutalım sadece. O gözlükle baktığımızda Türk devletinin askerî başarı ve moral üstünlük sağladığı ya da en azından öyle gösterildiği bir anda, içeride PKK eylemleri hemen hemen sönümlenmişken ve Kürt meselesi üzerine konuşmak tamamen yasaklanmışken “barış”tan bahsetmesinin doktrin dışı bir açılım olduğu açık. Üstelik Bahçeli’nin açılımı (22 Ekim 2024) Esad’ın devrilmesinden de (8 Aralık 2024), İran-İsrail On İki Gün Savaşı’ndan da (13-24 Haziran 2025) öncedir. Burada önden alınmış bir istihbarat bilgisinden de öte, Türkiye’nin HTŞ üzerindeki direkt yönlendirici etkisi malum olduğuna göre[1] son Baas devletinin yıkılacağına yönelik inancın belirleyici olduğu düşünülebilir.
Eşyanın tabiatı gereği bir barış ancak tavizler neticesinde gündeme gelebilir. Taviz karşılıklı, tek taraflı ya da bir tarafın daha çok verdiği bir mefhum olabilir. Şimdilik görünen, PKK’nin daha çok geri adım attığı bir sürecin yürüdüğüdür. Bu güç dengeleri açısından ve taleplerin geldiği nokta düşünüldüğünde doğal karşılanabilir. Lâkin Kürt sorununda çözüm başlığının altının oldukça boş tutulduğunu da söylemek zorundayız. Ulusal, kültürel, politik kolektif hakların ve özgürlüklerin esamisinin okunduğu pek görülmüyor. Hatta çözümün ne üzerine inşa edileceği de. Evet, bir taraf silah bırakacak ama ne karşılığında? Bu silahlar siyasal bir talep uğruna ateşlendiğine göre namluların susması da “eyleme karışmamış” gerillaların ülke içindeki toplumsal hayata yeniden “kazandırılmasından” ileri giden siyasal birtakım kazanımlar karşılığında olacaktır. Ancak şimdilik sürecin tek olumlu yanının 2015-16’da yaşanan cehennemî atmosferden sonra yeniden yasaklar ve baskılardan başka hiçbir şeyle anılmayan, sessizlik sarmalına terk edilen Kürt sorunu hakkında konuşmanın daha serbest bir hâle gelişi gibi görünüyor. Ve DEM Parti’nin tekrar “normal” bir siyasal özne oluşu. Bir ulusal kurtuluş hareketinin azamî taleplerden vazgeçip yahut bunları dondurarak asgarî taleplere dönmesinin olağan görülmesi gerektiğini düşünüyorum. Sosyalizm için silah kullanan bir hareketin politik mahiyetiyle etnik tandanslı olanınki farklı olacaktır. Hele ki yok sayılan bir halkın muhatap alınmaya başlanması mevzubahisse. Fakat yine de sürecin şu an göründüğü kadarıyla asgarî kazanımları dahi pek sağlayamadığı anlaşılıyor. Muhtemelen açıklandığından çok önce temel bazı özneler üzerinden başlayan görüşmelerin vaatlerinin neler olduğunu tam bilemesek de görünen hayli sınırlı bir kazanım ve pamuk ipliğinde bir uzlaşmadır. İYİP hariç Meclis’teki tüm partilerin katıldığı çözüm süreci komisyonunun meseleye dahli belki talep, öneri ve atılacak adımları daha da netleştirecek ve şekilsiz görünen söylemsel varlığı bir nebze de olsa ciddiyete kavuşturabilecektir.[2]
Tüm bunların bir anda ve yüksek perdeden oluşuysa hem tarafların bu süreçte yaşadığı yıpranmanın boyutunu hem de Türkiye’de siyasette iktidar cenahının hâlâ ne kadar muktedir olduğunu özetlemekte. Süreç çağrısının faşist partinin şefine yaptırılmasını ve devamla meselenin esas olarak faşist parti tarafından üstleniliyor gösterilmesini de Erdoğan siyasasının kudreti üzerinden okumak gerek. Bu vaziyetin -Kürt sorununun çözümüne geniş bir muhalefetin bulunduğu ülkemizde- toplumu çözüme ikna için ona adeta onu şoke ederek ve “savunmasız”/“tezsiz” bırakarak gitme taktiği olarak okuyoruz.
Bunun bir parçası olmak, MHP’ye iktidar ortağı olma nimetinden faydalanmayı sürdürme şansı sunsa da, sürecin partinin rakip kardeşleri ZP, Anahtar Parti ve çökmenin eşiğine gelen İYİP’e taze kan pompalayacağı da aşikâr. Yeni çözüm sürecini “bitmek üzere olan terör örgütünün ömrünü uzatmak” biçiminde yorumlayan BBP’nin durumuysa AKP yancılığına indirgenmiş karakteriyle karmaşıktır.[3]
Aşikâr ki iktidar, toplumsal rıza ve desteği önemli ölçüde kaybetmiştir. Fakat buna karşın siyasal manevra kabiliyetini ve siyasete egemen olma kudretini hâlâ sürdürüyor.[4] Yani çökkün bir hükûmetten söz etmediğimizi bilmeliyiz. CHP’nin 19 Mart sonrası pratiğinin zorladığı sınırlar ve onu da aşan yaygın eylemlilikler Erdoğan rejiminin baskı duvarını esnetmiş ve aşındırmışsa da nihai........
© sendika.org
